Barış Harekatı’nın 50. Yıl Dönümü ve Kıbrıs’ta Çözüm Arayışı
Kıbrıs’ta Türk ve Rum toplumları da dahil olmak üzere bütün tarafların üzerinde uzlaştığı bir çözüm arayışı yarım asırdan fazla bir süredir devam ediyor. Gelinen noktada iki taraf çözüme dair bir müzakere süreci dahi yürütüyor değil. İki toplumun birbirlerinden gittikçe daha fazla uzaklaştığının göstergesi olan bu durum KKTC’yi ve Türkiye’yi Ada’da iki devletli çözümden başka seçenek kalmadığı görüşünü benimsemeye yöneltmiştir denebilir.
Prof. Dr. Yücel ACAR & Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi
İngiltere’nin Ada üzerindeki egemenliğinin sona erme sürecinde imzalanan antlaşmalar ile 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Ancak kuruluştan kısa bir süre sonra Rum toplumunun Türk toplumu üzerinde oluşturmaya başladığı baskılar ve anayasal haklardan yoksun bırakma girişimleri, toplumlar arasında yeni gerginliklerin başlamasına neden oldu.
Yunanistan’daki askeri cuntanın desteği ile harekete geçen EOKA örgütü ve 1974 Haziran ayında Makarios yönetimine karşı gerçekleştirmiş oldukları darbe sonrasında Türkiye, Enosis’in gerçekleştirilmesini önlemek ve Türk toplumunun haklarını korumak için 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahalede bulundu.
1974 sonrası Türk-Yunan ilişkilerinde Kıbrıs sorununa ilişkin olarak yapılan bütün görüşmeler sırasında Kıbrıs Türk toplumunun temel yaklaşımı, iki toplumlu, iki kesimli, Türk ve Rum toplumlarının eşit haklara sahip oldukları ve Türkiye’nin etkin garantisinin bulunduğu bir federasyonun kurulması yönünde oldu. Yunanistan ve Kıbrıs Rum toplumu ise görüşmeler sırasında Kıbrıs’ta Türklerin azınlık haklarının garanti altına alınmış olduğu bir üniter devletin kurulmasından yana politikalar izledi.
Çözümün o dönem mümkün olamayacağının görülmesi ve Türk tarafının siyasi pozisyonun güçlendirilmesi maksadı ile Türk toplumu, 15 Kasım 1983 tarihinde Kıbrıs Türk halkının “self-determinasyon” (kendi kaderini tayin etme) hakkına dayanarak ve siyasi eşitlik vurgulanarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) kurulduğunu ilan etti. Ancak yola girilirken dahi federasyon tezi muhafaza edildi ve Rum tarafına barış ve çözüm çağrıları devam etti.
Kasım 2002’de Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından taraflara gönderilen “Kıbrıs’ta Kapsamlı Çözüm Anlaşmasının Temeli” başlıklı metin üzerinde yürütülen görüşmeler sonucunda Annan Planı kabul edildi ve halkoylamasına sunuldu. Nisan 2004’te Ada’nın kuzey ve güneyinde yapılan referandumlarda, Türk tarafının yüzde 64,91 oranında kabul oyu karşısında Rumların yüzde 75,38 ret oyu sonucunda plan kabul edilmedi. Ancak Rumların tutumu nedeni ile ortaya çıkan bu çözümsüzlük durumuna rağmen Kıbrıs, bir bütün olarak 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üye olarak kabul edildi.
Yine Rumların Türkleri eşit toplum olarak kabul etmeme anlayışına dayanan bu yaklaşım ve sonraki yıllarda da sonuçsuz kalan görüşmelere rağmen KKTC, Birleşmiş Milletler’in girişimi ile 7 Kasım 2016 ve 7 Temmuz 2017 tarihleri arasında İsviçre’nin çeşitli kentlerinde dördü liderler seviyesinde olmak üzere yapılan beş görüşmeye katıldı. Sonuncu görüşme, 28 Haziran-7 Temmuz 2017 tarihleri arasında yaklaşık 10 gün buyunca İsviçre’de Crans-Montana’da yapıldı. Fakat büyük umutlar bağlanan bu görüşmelerde de bir çözüme ulaşılamadı.
Görüşmelerin başarısız olmasının özellikle Rum tarafından kaynaklanan nedenleri mevcuttu. Kıbrıs Rum Yönetimi, Kıbrıslı Türklerle eşitlik zemininde yetki paylaşımını bir kez daha reddetti. Kıbrıs Rum tarafı kendisini Ada’nın tek sahibi, Kıbrıs Türk halkını ise azınlık olarak gören tutumunu devam ettirdi. Ayrıca Rum Yönetimi görüşmeler sürecinde KKTC’yi Türkiye’nin garantörlüğünden koparıp, Türkiye’nin sağladığı güvenceden mahrum bırakmaya çalışmışlardır.
Crans Montana’da Rumların tutumu ve sonuçta ortaya çıkan başarısızlık sonrasında Türk tarafı ve Türkiye, artık federasyon müzakerelerin bittiğini ve iki devletli çözümün görüşülmesinden başka seçenek kalmadığını ifade etmeye başladı. Müzakerelerdeki başarısızlıklardan sonra artık federasyon temelli bir çözüme karşı olduğunu beyan eden dönemin Cumhurbaşkanı adayı Ersin Tatar, 2020 yılı Ekim ayında KKTC Cumhurbaşkanı seçildi. Tatar, 2021 yılı Eylül ayında, New York’ta BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ve o zamanki Rum Kesimi lideri Anastasiades ile yaptığı görüşme sonrasında, “KKTC’nin egemen eşitliği ve uluslararası statüsü” dikkate alınmadıkça Kıbrıs’ın geleceğine ilişkin görüşmelerin başlamayacağını beyan etti.
Öte yandan Türkiye’nin de iki devletli çözüm fikrini özellikle 2020 yılından sonra sıklıkla dile getirmeye başladığı görülmekte. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptığı resmi açıklamalarında “federasyon bitmiştir, iki devletli çözümden başka yol yoktur” görüşünü sıklıkla dile getirmeye başlamıştır.
Tüm bunların yanında Ada’da Türk tarafının ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta iki devletli çözümden tam olarak nasıl bir modeli kastettiği, hangi unsurlar üzerinde müzakere edileceği, sonuçta birbirlerini tanıyan, siyasi egemenliklerine ve sınırlarına karşılıklı saygı duyan iki devletin hangi sınırlara sahip olacağı henüz tam olarak ortaya koymuş değil. Bu da iki devletli çözüm modelinin de müzakereye açık olduğunun bir göstergesi. Ancak kesin olan şudur ki Türk tarafı ve Türkiye, Ada’da birbirlerinin sınırlarını ve siyasi bağımsızlığını tanıyan iki devlet olmasını öngörmektedirler. Şüphesiz ki bu iki devletin uluslararası arenada da tanınması önem arz etmekte. O nedenle, iki devletli çözüm sürecinde başta İngiltere olmak üzere ilgili diğer devletlerin de destek vermesi önemlidir.
İki devletli çözüm fikrini açıkça reddeden ve bunu müzakere etmeyeceğini açıklayan Rum Kesimi ise son yıllarda federasyon temelli müzakerelerin yeniden başlaması için yoğun çaba sarf etmektedir. Bu süreçte yeni seçilen Rum lider Nikos Hristodulidis, AB üzerinden Türkiye’ye ve Türk tarafına baskı yapılmasını sağlayarak müzakerelere yeniden başlama yolunu denemişse de bu onlar adına olumlu bir sonuç üretmemiştir.
AB bağlamında süreç bu yöndeyken Kıbrıs’ta çözüm süreci görüşmelerinin yeniden başlamasına dair ara ara zemin yoklayan BM Genel Sekreteri, Kolombiya eski Dışişleri Bakanı Maria Angela Holguin Cuellar’ı 5 Ocak 2024 tarihinde Kıbrıs Özel Temsilcisi olarak atadı. Türkiye ve KKTC özel temsilcinin atanmasına iki şart ile rıza göstermişti. Bu şartlardan birincisi özel temsilcinin görev alanın sadece taraflar arasında resmi görüşmelerin başlaması için ortak zeminin olup olmadığının araştırılması, ikincisi ise özel temsilcinin görev süresinin 6 ayla sınırlı olmasıydı.
Özel temsilci, atandıktan sonra görüşmelere başlamış ve bu süreçte ilk olarak 11 Mart 2024’te KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, 6 Mayıs 2024’te Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 30 Ocak 2024 tarihinde Rum Yönetimi lideri Hristodulidis ile görüşmüştür. Özel Temsilci, 29 Nisan 2024 tarihinde Kıbrıs sorunuyla ilgili Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, Yüksek Temsilci Josep Borrell, Uyum ve Reformlardan Sorumlu Komisyon Üyesi Eliza Ferreira ve Komisyon Başkanı ile de görüşmeler gerçekleştirmiştir.
BM Kıbrıs Özel Temsilcisi, Kıbrıs sorununa müdahil olan tüm taraflarla görüştükten sonra Kıbrıs Rum tarafının müzakerelere hazır olduğunu, Kıbrıs Türk tarafının ise egemen eşitlik iddiasının kabul edilmesini şart koştuğunu belirtmiştir. Özel Temsilci Cuellar son olarak 1 Temmuz’da Kıbrıs Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’la Londra’da bir araya gelmiş görüşmeden sonra Tatar, gelinen son noktada ortak zeminin bulunmayacağını ifade etmiştir.
Türk tarafı ve Türkiye, Özel Temsilci’nin çabaları vesilesi ile bundan sonra Kıbrıs’ta herhangi bir yeni müzakere sürecinin başlamasının vazgeçilmez önkoşulunun Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliğinin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesi olduğunu vurgulamışlaradır. Bu itibarla iki taraf arasında ortak zemin oluşabilmesinin ancak bu anlayış çerçevesinde mümkün olabileceği, iki kesimli, iki toplumlu federasyon arayışına yönelik bir sürece yeniden girişilmesinin söz konusu olmayacağı belirtilmiştir. Süresi içerisinde bir sonuç alamayan özel temsilcinin görev süresinin 3 ay daha uzatıldığı duyurulmuştur.
Sonuç olarak Türkiye ve KKTC’nin iki devletli çözüm yaklaşımı bağlamında bir müzakere sürecinin yakın zamanda başlamasının pek de mümkün olmadığı söylenebilir. Oysa Kıbrıs sorununun geçmişi, yaşanan sürtüşmeler hatta çatışmalar ve geçmişin acı tecrübeleri, iki devletli çözümün federal bir yönetime göre avantajları olacağını, hatta neredeyse kaçınılmaz olduğunu göstermektedir. Daha ziyade federasyona dayalı çözümü esas alan müzakerelerden hiçbir sonuç ortaya çıkarılamadığı gibi bu süreçte yaşanan olaylar, yapılan açıklamalar ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin Garanti Antlaşması’na aykırı bir şekilde AB’ye tam üye olması, artık bir kez daha federasyon müzakereleri yapmanın anlamsız olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrı siyasi birimler içerisinde yaşamaya alışmış bu iki toplumun huzurlu bir geleceğe sahip olması için iki ayrı devlet olarak örgütlenmeleri ve bunu sağlayacak bir müzakere sürecinin başlatılması yeni ve geçerli yaklaşım olmalıdır.