“ABD-Türkiye İlişkileri İçin Hala Çıkış Yolu Var”
TÜHA HABER / Amerikan Alman Marshall Fonu (GMF) Ankara Ofisi Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, Türk-Amerikan ilişkilerini son yıllarda meşgul eden ve zaman zaman gerilimler yaratan S-400, F-35, Patriot satışı, Suriye, Libya ve Halkbank gibi meselelerin, iki ülke arasında bir “büyük pazarlığın” parçası olarak çözülebileceğini söyledi.
S-400 krizinin olası çözümü konusunda da “Köprüden önce hala bir çıkış yolu var” diyen Ünlühisarcıklı’ya göre, iki ülke arasındaki ‘’büyük mutabakatın’’ parçası olarak ABD, Türkiye ekonomisini desteklemenin yollarını paketin içine koyabilir ve Türkiye de bunun karşılığında füze sistemini rafa kaldırabilir.”
Türkiye-ABD ilişkilerindeki son durum hakkında internet üzerinden VOA Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Ünlühisarcıklı, çalkantılı geçen bir yılın ardından ABD Kongresi’nin 2020’nin ilk ayında hatta yeni yıldan önce Türkiye’ye karşı yaptırım kararı almasının beklendiğini ancak bir dizi “beklenmedik” gelişme nedeniyle bu kararın alınamadığını söyledi.
“Corona Türkiye’ye zaman kazandırdı”
Başkan Donald Trump hakkındaki azil süreci, İdlib’deki gelişmeler esnasında iki ülke arasında başlayan yoğun diplomasi trafiği, Corona virüsü salgını, küresel ekonomide yaşanan sarsıntı ve Türkiye’nin S-400’leri aktive etme takvimini ileriye atması gibi gelişmeleri bu bağlamda hatırlatan Ünlühisarcıklı, bundan sonra da artık ABD’nin seçim atmosferine girdiğini ve olası yaptırımların Kongre’nin gündemine gelmesinin beklenemeyeceğini ifade etti. Ünlühisarcıklı, ABD’de seçimlerden sonra kurulacak yeni yönetimin Türkiye politikasını oluşturmaya çalışacağına ve bu bakımdan Türkiye’nin ”zaman kazandığına” dikkati çekti.
“İdlib’den sonra Türkiye’nin Amerika için değeri arttı”
Ünlühisarcıklı, İdlib’deki gelişmelerin Türkiye ve ABD arasında sıcak bir havanın oluşmasına katkı sağladığı değerlendirmesinde de bulundu. GMF Ankara Ofisi Direktörü şu tespitleri dile getirdi:
“İdlib muharebeleri bitti ve zaten aslında ABD ile Türkiye arasında sıcak bir hava oluşmuştu, bu özellikle aslında Türkiye’den kaynaklanıyordu. Yani Türkiye, ABD’nin ve Batı ittifakının değerini bir kez daha hatırladı denebilir. Ama ABD de yeni bir durumu keşfetti aslında, Türkiye’nin o kadar da bir ‘kağıttan kaplan’ olmadığını, Türkiye’nin imkan ve kabiliyetlerinin belki de ABD’de düşünülenden daha yüksek olduğunu ABD fark etti ve muhtemelen Türkiye’nin Amerika için değeri artmış oldu. Çünkü ben eski tartışmaları hatırlıyorum ‘Türkiye hiçbir şey yapamaz, Türk ordusu zaten darbe girişiminden sonra zayıfladı’ gibi söylemler vardı, bunlar hızla değişti. Tabii Türkiye’nin Suriye’de Rusya’ya karşı bir anlamda İdlib’de bir direniş sergilemiş olması da Amerika’da Türkiye’ye yönelik olumlu bakışı güçlendirdi.”
Biden mı Trump mı? Türkiye ile ilişkiler nasıl etkilenir?
Ünlühisarcıklı, ABD’de Kasım ayında başkanlık seçimlerinin sonuçlarının Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkileyeceği sorusunu yanıtlarken, seçimlerde Başkan Donald Trump’ın mı Demokrat aday Joe Biden’ın mı kazanacağı sorusunun yanında Kongre’nin her iki kanadında hangi partinin çoğunlukta olacağının da göz önünde bulundurulması gerektiğine işaret etti.
Trump’ın görevde kalması halinde mevcut politikanın güçlenerek devam edeceğini söyleyen Ünlühisarcıklı, “Daha ilginç olan tabii Biden’ın kazanması durumunda ne olacağı?” diyerek, bu durumun hem bazı dezavantajları hem de avantajlarının olacağını söyledi ve buna dair öngörülerini şöyle sıraladı:
“Bir kere Biden kazanırsa Türkiye açısından şöyle dezavantajları olacak; Türkiye Trump seçilir seçilmez hatta daha seçilmeden de önce Obama dönemini günah keçisi ilan etti ve tabiri caizse bütün yumurtaları da Trump’ın küfesine koydu ve bundan kazandı da aslında. Biden’ın yönetiminde yer alacak ve Türkiye portföyünü de elinde bulunduracak birçok kimse aslında Türkiye’nin günah keçisi yaptığı Obama yönetiminden geliyor olacak, bu Türkiye için bir dezavantaj. İkincisi, Biden yönetiminin Obama dönemine göre insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü gibi konulara daha fazla ağırlık vermesi doğal olacak. O anlamda yine Obama dönemine geri döneceğiz ve Türkiye ABD’den bol bol eleştiri duyacak ve Türkiye’deki yönetim de yurt dışından gelen bu tür eleştirilere çok sıcak yaklaşmıyor diyebiliriz. Bu da tabii bir dezavantaj. Öte yandan Türkiye için avantajlar da olacak. Biden yönetimi çok daha ‘çok taraflı’ davranmaya, özellikle Avrupalı müttefikleriyle ilişkilerini güçlendirmeye çalışacaktır. Trump döneminde Ortadoğu’da Suudi Arabistan’la aşırı yakınlaşma, İsrail’deki Amerikan büyükelçiliğinin Tel Aviv’den Kudüs’e taşınması, şimdi bir ilhak projesi var bu projeyi daha az görüyor olacağız, bu da Türkiye’yi bir miktar rahatlatabilir. Bence Türkiye için en büyük avantaj şu olacaktır Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi durumunda, Biden’dan bağımsız bir konu aslında, Rusya ile rekabet çok daha önem kazanacak. Zaten Trump’ın Rusya’yla kişisel ilişkisi olduğu şüphesi hep havada var, Demokrat Parti döneminde böyle bir durum olmayacak ve Amerika’nın Rusya’yı baskı altına alma projesi daha da güç kazanacak, o zaman da Türkiye’nin ABD için ‘gayrimenkul değeri’ diyelim artmış olacak. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz: Biden döneminde Trump dönemindeki (kişisel) sıcak ilişkileri göremesek de reel politik nedeniyle ilişkilerin birden bir kenara atılması da olası değil. Hatta muhtemelen yeni bir Biden yönetiminin ilk girişimi her yeni yönetimde olduğu gibi Türkiye ile ilişkileri yoluna sokmaya çalışma olacaktır. Yani bir müttefikini neden düşmana çevirmek istesin yeni bir ABD yönetimi, önce bence bunu görüyor olacağız.”
Ünlühisarcıklı, olası bir Biden yönetiminde liderler arasındaki ilişkilerin Trump dönemi kadar sıcak olmayacağını ama bunun mutlaka olumsuz bir durum olarak görülmemesi gerektiğini söyledi. Özgür Ünlühisarcıklı, Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişte “profesyonellerin yürüttüğü bir ilişki olduğunu” ve bu sayede krizlerin aşılabildiğini belirterek, son yıllardaysa her iki tarafta da bu ilişkiyi “siyasetçilerin yönettiğine”” dikkati çekti, “Bence liderler diplomasisinin yerini sivil ve askeri bürokrasilerin arasındaki daha güçlü bir ilişki alırsa bu daha hayırlı olur” değerlendirmesinde bulundu.
S-400 krizi “büyük mutabakat”la mı çözülecek?
Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füze savunma sistemini satın almasının ilişkilerde yarattığı gerilim ve bu krizin nasıl çözülebileceğine yönelik bir soru üzerine Ünlühisarcıklı, bu krizin en başından bu yana iki ülkede de, karşı tarafın atabileceği adımları hafife alan “Polyannacı” (iyimser) bir yaklaşımın sergilendiği gözlemini dile getirerek, bir Cumhuriyetçi senatör tarafından gündeme getirilen ABD’nin bu füzeleri Türkiye’den satın alması önerisini de yine bu yaklaşıma bir örnek olarak gördüğünü söyledi.
“Bu kriz çok büyük bir kriz ve çözülmemesi olasılığı ne yazık ki çözülme olasılığından daha fazla” diyen Ünlühisarcıklı, Türkiye’nin gelecekte S-400’leri aktive etmesi ve ABD’nin buna karşı yaptırım uygulamasını hala daha olası senaryo olarak gördüğünü ifade etti.
Ünlühisarcıklı, “köprüden önceki son çıkışın” Türkiye’nin bunları aktive etmemesi olduğunu belirtti ancak bunun ötesinde, sistemi ABD’ye ya da Rusya’nın onaylamayacağı üçüncü bir tarafa satma imkanının olmadığını, Rusya’ya iade edebileceğini ancak Rusya’nın da parayı iade etmesinin mümkün olmadığını belirtti. Ünlühisarcıklı şöyle devam etti:
“Dolayısıyla bunun Türkiye açısından kolay bir çıkışı da yok. Ancak bence şununla mümkün olacaktır; ‘ABD ve Türkiye arasındaki bir büyük mutabakatın bir parçası olarak ABD’nin Türkiye ekonomisini desteklemenin yollarını paketin içine koyması durumunda Türkiye de Rusya’ya verdiği parayı bir kayıp olarak görüp bunları rafa kaldırabilir, veya işte gömebilir deniyor’, sonuç olarak aktive etmeyebilir. Türkiye’nin aktive etmemesi demek bunların bir depoda tutulması ve ABD subaylarının önceden haber vermeden istedikleri zaman gelip bunların aktive edilip-edilmediğinin denetlenmesi anlamına geliyor. Tabii bu kadarı bile Rusya’yı kızdıracak bir şey çünkü nasıl ABD kendi F-35 programıyla ilgili hassas ise Rusya’nın da en ileri teknolojili silah sistemi S-500 yapılana kadar bu. Dolayısıyla tabi ki Rusya da ABD’li subayların gelip kendi sistemini incelemesinden rahatsız olacaktır ama tek çıkış noktası bu, bu da bana göre büyük bir mutabakatın parçası olur. Böyle bir büyük mutabakata 3-4 ay öncesine göre daha yakın mıyız? Evet 3-4 ay öncesine göre daha yakınız. Peki, böyle bir büyük mutabakata yakın mıyız? Bence çok yakın da değiliz. Şu anda özel koşullardan geçiyoruz. Ama köprüden önce hala bir çıkış var mı, evet var.”
“F-35 programından çıkartılmak S-400’e ödenen paradan çok daha büyük zarar verdi”
Bu noktada Türkiye’nin S-400 alımı nedeniyle F-35 programından çıkartılmasının üzerinde de durmak gerektiğini ifade eden Ünlühisarcıklı, “Türkiye eğer F-35 programında olsaydı programdan Türk şirketlerinin elde edeceği ciro Türkiye’nin zaman içinde alacağı 100 uçak için ödeyeceği miktara üç aşağı beş yukarı eşit olacaktı. Bu ne anlama geliyor? Aslında F-35 programı Türkiye’ye çok ciddi bir cari açık yükü olamayacaktı, yani dolayısıyla F-35 programından çıkartılmış olmamız S-400’e Türkiye’nin ödediği paradan çok daha büyük bir zarar verdi Türkiye ekonomisine ve savunma gücüne çünkü o uçakları alamıyoruz sonuç olarak. Dolayısıyla bana göre hala en doğrusu Türkiye’yi F35 programına geri almanın yolunun Türkiye’ye açılması. Türkiye’deki şirketler hala parça üretimine devam ediyor, orada da aslında her şey bitmiş değil, ama o da ancak büyük mutabakatın parçası olabilir. Böyle büyük bir mutabakatın aslında unsurları da yok değil” diye konuştu.
“Amerika Libya’da Türkiye’yi anlıyor”
Libya’daki gelişmelerle ilgili olarak da Türkiye’nin NATO’ya sırtını mı döndüğü şeklindeki yorumları yüzeysel bulduğunu da kaydeden Ünlühisarcıklı, “Bugün Rusya’nın Libya’da kalıcı şekilde güçlü bir varlık sağlamasının önündeki tek engel Türkiye. Yani Türkiye Rusya’nın Batı Akdeniz’de üslenmesinin önüne geçerek mi NATO’ya zarar veriyor? Bunu anlamak mümkün değil. Ama Amerika bunu anlıyor gibi görünüyor. Yani ABD Libya konusunda resmi olarak her ne kadar tarafsız bir politika izliyor olsa da bugüne kadar Türkiye’ye en ufak bir eleştiri yapmış değil hatta ateşkes çağrısı bile yapmış değil. Türkiye, Libya’da Amerikan silahlarını kullanıyor ve ne Amerikan ordusu ne yönetimi Türkiye’yi protesto ediyor. Bu aslında zımnen onaylamak demek. Bugün baktığımız zaman eğer NATO ittifakı ülkeleri Rusya ile rekabete önem veriyorlarsa, Rusya’yla mücadelede kan döken, Rusya’nın ileri teknolojili sistemlerini yok eden bir tek Türkiye var. Amerika’dan sonra bugün Rusya’yla sahada bilfiil mücadele eden tek NATO ülkesi bugün Türkiye. Bugün Libya dediğimiz yer, Sirte dediğimiz yer NATO’nun Napoli’deki üssüne 1000 kilometreden daha kısa mesafede. Yani Rusya’nın oraya yerleştireceği sistemler aslında neredeyse NATO üssünü bile etkileyebilir. Hal böyleyken Türkiye aslında şu anda bazı NATO üye devletlerinin çıkarlarını ihlal ediyor olabilir, Fransa’nın Yunanistan’ın, her ülke için kendi çıkarları önemlidir, ama Türkiye Libya’daki politikasıyla NATO’nun çıkarlarına hizmet eder durumda” dedi.
Suriye’de de İdlib örneğini vererek, Türkiye ve ABD’nin anlaştıkları konunun anlaşamadıklarından daha fazla önem taşıdığı görüşünü dile getiren Ünlühisarcıklı, Libya ve Suriye’deki gelişmelere göre ve Rusya ile gerilimin daha da artması durumunda hem Türkiye’nin ABD için hem de Amerika’nın Türkiye için öneminin artabileceği öngörüsünde bulundu. Ünlühisarcıklı, “Böyle bir durumda örneğin Türkiye ile Amerika’nın büyük pazarlık yapması ve bu büyük pazarlığın içine bütün bu konuları çözümleyecek projeler yerleştirilmesi mümkün” dedi ancak yine de ilişkilerin önünde zor bir sürecin bulunduğunu da ekledi.
“Türkiye YPG hakimiyeti olmayacaksa Suriye’de Kürtler’i birleştirme projesine itiraz etmeyebilir”
Ünlühisarcıklı’ya, ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt grupları ortak idare altında birleştirmeye çalıştığı yönündeki haberleri de sorduk.
“Bunlar üstü örtülü müzakereler, tam olarak ne konuşulduğunu bilemiyoruz ve Türk hükümeti de bu konuda açıkça konumunu belli etmiş değil. Ama benim aldığım bilgilere göre, tabi Amerika’nın Suriye’de Kürt grupları birleştirme projesinin başarılı olup olmayacağını da bilmiyoruz ama bu birleştirme projesinin sonunda eğer bu birliğe bir PKK tonları hakim olmayacaksa, üst yönetimlerde PKK’ya yakın PKK’ya iltisaklı isimler olmayacaksa, YPG’nin hakimiyeti olmayacaksa Türkiye çok da itiraz etmeyebilir. Ama burada doğru soru şu: YPG’nin domine etmeyeceği bir yapı kurulabilir mi Suriye’de Kürt grupların arasında? Çünkü zaten Suriye savaşının öncesinde de PKK orada güçlüydü ama sonrasında YPG daha da güçlü hale geldi, diğer grupları tamamen marjinalleştirdi. Şu da var tabii ki, Amerika’nın bir baskı gücü mutlaka var YPG üzerinde ama YPG’nin de seçenekleri yok değil. Ben eminim YPG bir yandan Amerikalılar’la bu konuda müzakere ederken öbür tarafta da Rusya üzerinden Suriye rejimiyle müzakere ediyor. Dolayısıyla bunun sonucunda YPG’nin birden Suriye rejimiyle anlaşıp Rusya’nın himayesine girdiğini de görebiliriz. Dolayısıyla Türkiye’nin haliyle sonuçları bu kadar belli olmayan, bu kadar kaygan zeminde devam eden bir süreçte elini önden göstermesi de çok doğru olmazdı zaten.”
Halkbank davası ne olacak?
ABD’nin eski ulusal güvenlik danışmanı John Bolton geçenlerde piyasaya çıkan anı kitabında, mevcut yönetimin Halkbank davası ve Türkiye ile ilgili bazı konularda yargıya siyasi baskılar yaptığını öne sürmüştü. Kitap piyasaya sürülmeden içeriğinin ABD medyasına sızmasından kısa süre sonra, Rıza Sarraf ve Hakan Atilla soruşturmalarını başlatan eski Başsavcı Preet Bharara’nın yerine Trump tarafından New York Güney Bölgesi Başsavcılığına atanan Geoffrey S. Berman da yine Başkan Trump tarafından görevinden alınmıştı.
Bu gelişmeler ışığında Ünlühisarcıklı’ya, Trump yönetimine yöneltilen, yargıya müdahale ettiği şeklindeki eleştirileri hatırlatarak, seçimlerden sonraki süreçte Halkbank davasının nasıl bir şekil alabileceğini sorduk.
“Trump’ın yargıya müdahale etmesi eleştiriliyor ama o yargıya müdahale etmekten de geri durmuyor. Dolayısıyla kazanması durumunda bir kere devam edecektir. Bir de şunu unutmayalım, ABD’de malum ‘topal ördek’ söylemi var, Trump’ın ikinci defa seçilmesi durumunda bir daha aday olamayacağı için ‘topal ördek’ konumuna geleceği, senatörler ve Kongre üyelerinin artık daha bağımsız hareket edecekleri şeklinde genel bir beklenti var ama Trump aslında daha önce görmediğimiz türden bir Amerikan siyasetçisi. Dönemi sona erdikten sonra Cumhuriyetçi Parti’den elini çekecek değil. Hatta şunu söyleyeyim bu seçimi kaybetse dahi -çünkü fanatik bir kitlesi var ve başka hiç kimsenin böyle bir kitlesi olmadığı için partide- Temsilciler Meclisi üyeleri ve senatörlerin üzerindeki baskısı devam edecek. Bir de kazandığını düşünecek olursak bence çok daha güçlü bir Trump görüyor olacağız. Ondan sonra işte yargıya müdahale, yakın zamana kadar Türkiye’de şu izlenim vardı; ABD’de kurumlar var, şu var bu var, ama tabii yürütmenin önünde aslında hiçbir yerde hiç kimse çok uzun süre duramıyor maalesef. Bunu üzülerek söylüyorum çünkü Amerika’da böyle şeylerin oluyor olması aslında bütün dünyanın kaderini etkileyecek şeyler ama Amerikan demokrasisi büyük bir tehditle karşı karşıya. Trump’ın ikinci kez seçilmesi durumunda bence yargıya siyasi müdahaleler artarak devam edecektir Amerika’da. Bu da Halkbank davası vesaire gibi konular özelinde Türkiye’nin işine yarayabilir. Ama ben biraz önce değindiğim konuya geri döneyim; bütün bu Halkbank davası, S-400 meselesi, F-35 meselesi, Patriot, Suriye’de ne oluyor, Libya’da ne oluyor, bana göre aslında bütün bunlar bir büyük pazarlığın parçası olarak çözülebilir.”
HABER : Mehmet TOROĞLU & Washıngton (VOA)
[TÜHA Haber Ajansı, 10 Temmuz 2020]