‘Almanya Neonazilerin değil demokratların ülkesi’
TÜHA HABER / Almanya’da 8’i Türkiye kökenli 10 kişinin katili ırkçı NSU çetesi ilk kez Türkçe bir kitaba konu oldu. Yazar Yücel Özdemir “Neonazi-İstihbarat-Emniyet üçgeninde NSU Cinayetleri” adlı kitabı DW Türkçe’ye anlattı.
Neonazi yapılanması NSU, Almanya’da uzun yıllar göçmenleri hedef aldı. Irkçı terör örgütü cinayet ve bombalı saldırılarla can alırken, emniyet birimleri failleri kurban yakınları arasında aradı. Çete ortaya çıkarıldığında ise geride 10 kurban, yüzlerce mağdur, onarılmaz acılar ve kocaman soru işaretleri kaldı. NSU terör hücresinin yargılandığı davayı izleyen, kurban yakınlarıyla birebir görüşen gazeteci Yücel Özdemir’e “Neonazi-İstihbarat-Emniyet üçgeninde NSU Cinayetleri” kitabının öyküsünü sorduk.
Deutsche Welle Türkçe: NSU çetesinden nasıl haberiniz oldu?
Yücel Özdemir: NSU çetesinin cinayetlerini, henüz terör örgütünün adı duyulmadan önce de yakından takip ediyordum. Yetkililer o sıralarda 8’i Türkiye’den, biri Yunanistan’dan olmak üzere 9 göçmen esnaf ve bir Alman polisin öldürülmesini ırkçılıkla ilişkilendirmiyorlardı. Cinayetleri göçmenlerin kendi aralarındaki karanlık ilişkilere bağlıyorlardı. Ancak 4 Kasım 2011’de cinayetlerin Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütü mensubu Neonaziler tarafından işlendiği ortaya çıktı. Çete ortaya çıkarılınca cinayetleri işleyen iki yöneticisi intihar etti. Onlara yardım eden Beate Zschäpe adlı kadın terörist teslim oldu. Medya örgütün duruşmasına katılmak için yoğun ilgi gösterdi. Başta sadece Alman gazeteleri akredite edilince Sabah gazetesi itiraz etti. Bunun üzerine 50 gazeteci kura ile seçildi. Onlardan biri de bendim. Duruşmaları temsilcisi olduğum Evrensel Gazetesi için takip ettim.
Kitap yazma düşüncesi nasıl oluştu?
Kitap yazma fikri noter huzurunda kurayla NSU davasını izlemeye hak kazanan 50 gazeteci olduğumu öğrendiğimde ortaya çıktı. Sabah gazetesinin haklı itirazından sonra kurayla akreditasyon başvurusunda bulunan 927 gazeteci arasından davayı sürekli izlemeye hak kazanan 50 gazeteciden biri olmam, Evrensel olarak hem kurbanlar ve aileleri hem de Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli göçmenlere karşı sorumluluğumuzu arttırdı. Planımda dava bittiğinde kitabın da tamamlanması vardı. Öyle de oldu. Ancak basım aşaması elimizden olmayan nedenlerden ötürü biraz uzun sürdü.
Davayı takip eden çok az sayıda Türkiye kökenli gazeteciden birisiniz. Bu size ne gibi bir sorumluluk yükledi?
Her şeyden önce dava sırasında olanları doğru ve titiz bir şekilde aktarma sorumluluğunu yükledi. Sadece temsil ettiğim gazete için değil, gelişmeleri takip eden Türkiyeli her okuyucunun anlayabileceği şekilde haber ve yorumlar yapmam gerekiyordu. Bu çerçevede çok sayıda haber yaptım. Gazete olarak imkanlarımız sınırlı olduğu halde davanın yüklediği sorumluluğu yerine getirdiğimizi düşünüyorum.
Dava boyunca 10 kişinin katili bir çetenin hayattaki tek üyesi ve ona yardımcı olan sanıklarla aynı salonda bulundunuz. Bir göçmen, yani muhtemel hedeflerden biri olarak orada neler hissetiniz?
Davanın ilk günü katiller salona getirildiklerinde, ikinci katta gazetecilere ayrılan yerden pür dikkat izliyorduk. Zschäpe salona alındığında içimden ‘Katiller’ diye bağırmak geldi. Gazeteciliği bırakıp eylemci olmak geldi içimden. Çünkü, dediğiniz gibi kurbanlar, benim gibi Türkiye’den geldikleri için öldürülmüşlerdi. Cinayetleri tek tek ele aldığımızda katiller için kurbanın Türk ya da Türkiyeli olması yeterliydi. Bu nedenle her Türkiye kökenli hedef olabilirdi. Halen gece Köln’de bir lokanta ya da büfeye girdiğimde tezgah başında duran Türkiyelinin de NSU’nun kurbanlarından biri olabileceğini aklımdan geçiriyorum. Bu nedenle mahkeme salonuna her girdiğimde, katillerin yüzüne her baktığımda öfkemi yanımda götürdüm. Kitap biraz da bunun ürünü.
NSU olayı ve davası Türkiye gündeminde yeteri kadar yer aldı mı?
Aslında kitabı tam da bu soruya yanıt vermek için yazdığımı söyleyebilirim. Cinayetler ve dava Türkiye’de halen de tam olarak anlaşılabilmiş değil. Davanın başlaması öncesinde yaşanan tartışmalar nedeniyle bazı haberler yayınlandı. Sonra unutulup gitti. Bu durum Alman meslektaşlarımızın da dikkatini çekmişti. NSU cinayetlerinin arkasındakilerin açığa çıkarılması, istihbarat bağlantısının sürekli gündemde tutulması konusunda Alman meslektaşlarımızın iyi işler çıkardığını söyleyebilirim. Çok sayıda Almanca kitap yazıldı, film çekildi. Ancak Türkiye’de olanlar çok çok sınırlı kaldı.
Kurbanların hayat hikayelerine de kitabınızda yer veriyorsunuz. Sizi çok etkileyen hangisi oldu?
Her kurbanın ayrı bir göç hikayesi var. Bu hayatları ayrıntılı olarak bilmediğimiz zaman sadece kurbanlar isimden ibaret kalıyorlar. Kurbanların isimlerinin arkasında emeğiyle, alın teriyle geçinen babalar, kardeşler, çocuklar olduklarını göstermeye çalıştım. Bilinçli olarak kitapta önce kurbanların hayat hikayelerine yer verdim. Beni en çok etkileyen Rostock’ta 25 Şubat 2004’te öldürülen Mehmet Turgut’un hayat hikayesi olduğunu söylemem gerekiyor. Öldürülürken Yunus Turgut’tu, mezar taşına Mehmet Turgut yazıldı. Almanya’da ilticası reddedilmiş, Türkiye’ye sınırdışı edilmiş. Sonra kendisinden iki yaş küçük kardeşi Yunus’un kimliğiyle, zorlu yolları aşarak ikinci kez Almanya’da gelmiş. “Yunus” olarak iltica etmiş. Yoksulluktan kurtulmak için çektiği çilelerin bedeli Neonazileri tarafından öldürülmek oldu.
NSU davası bitti, baş sanık ömür boyu hapis cezası aldı. Peki bu ceza caydırıcı oldu mu?
Bazen Köln’den Münih’e davayı izlemek için gidip geldiğimde, bazen de mahkeme salonunda sanıklara baktığımda kendime ‘Gerçekten NSU diye bir örgüt var mı?’ diye soruyordum. İddianame tamamen üç kişilik bir örgüt üzerine kuruluydu. Ancak işlenen cinayetler, şüpheli tanık ölümleri olanların hiç de üç kişinin işi olmadığı mesajını veriyordu. Başından beri hep yanıt aradığım soru, ‘Neden her kentte polis kurban yakınlarına aynı şekilde davranarak, suçlu ilan etti?’ Hamburg polisinin kriminal bağlantıları araştırması belki anlaşılabilir, peki ya Dortmund, Nürnberg, Münih, Kassel… Bu soruyu özellikle müdahil avukatlara yönettim. İçime sinmeyen farklı yanıtlar aldım. ‘Polisin eğitim biçimi böyle’ diyen de ‘Asıl suçluları bulamayınca en yakınındakini suçlu gösterme mantığı’ diyen de çıktı.
Irkçılık, artan yabancı düşmanlığı… Almanya göçmenler için ileride nasıl bir ülke olacak size göre?
Almanya artık biz Türkiye kökenli göçmenlerin de ülkesi. Bu nedenle içe kapanmadan, sinmeden, korkmadan ırkçılığa ve faşizme karşı sessiz kalmamamız gerekiyor. Unutmayalım ki NSU’nun hedefi bizleri içe kapatarak, Alman halkıyla bir arada yaşamamızı engellemekti. Almanya Neonazilerin, faşistlerin değil, birlikte yaşamı savunan, ezici çoğunluğu oluşturan antifaşistlerin ve demokratların ülkesi.
Haber: Tuncay Yıldırım / DW
[TÜHA Haber Ajansı, 27 Eylül 2020]