Analiz: Türkiye-Yunanistan İlişkilerinde Yumuşama ve Sonrası
Bu analizde, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde son dönemde oluşan olumlu atmosfer yapılan karşılıklı diplomatik açıklamalar üzerinden incelenmekte ve ikili ilişkilerin gelecekteki seyrine ilişkin öngörülerde bulunuluyor.
Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıkların önemli bir kısmının kaynağını Ege Denizi oluşturmaktadır. İki ülke Ege Denizi’nin adaları, deniz alanları ve hava sahasına ilişkin birbirleri ile çatışan talep ve tutumlara sahiptir. Yakın geçmişte Ege’de yaşanan uyuşmazlıkların üzerine Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlıklar da eklenince iki ülke arasındaki ilişkilerde tansiyon özellikle son iki yılda belirgin şekilde yükselmiştir.
Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı söz konusu sorunlar üzerinden yürüttüğü kara propaganda ve benimsediği suçlayıcı tavır, 2021’de yeniden başlatılan diyalog sürecinin de kesintiye uğramasına neden olmuştur. Kesinti sonrasında devam eden gergin atmosfer 6 Şubat 2023’te Türkiye’nin güneydoğusunda meydana gelen yıkıcı depremlere kadar sürmüştür. 6 Şubat depremlerinin hemen ardından Atina yönetiminin dostane söylemleri ve Türkiye’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaretler gibi atılan somut adımlar Ankara’dan da olumlu karşılık bulmuştur. Bu süreç ikili ilişkilerde bir yumuşama döneminin önünü açmıştır. Ancak söz konusu yumuşama sürecinin uzun soluklu olup olmayacağı ve esasen uyuşmazlıkların çözümünü sağlayıp sağlayamayacağı belirsizliğini korumaya devam eden hususlardır.
Türkiye’nin 6 Şubat depremlerinin hemen ardından ilan ettiği uluslararası yardım çağrısı, aralarında Yunanistan’ın da bulunduğu çok sayıda ülkeden
olumlu karşılık bulmuştur. Ankara ile belirli konularda uzun süredir sorunlar yaşayan Atina’nın öngörülenin ötesinde destek açıklamaları hatta arama
kurtarma ekipleri göndermesini de içeren somut
adımları, deprem felaketinin yaşandığı ana kadar
gergin seyreden ikili ilişkilerin yumuşamasına yönelik dikkat çekici bir değişime yol açmıştır.
Özellikle son iki yıldır oldukça gergin ilişkiler yaşayan Türkiye ve Yunanistan’ın, deprem
sonrasında oluşan bu ılımlı ortamı, mevcut sorunların çözümünde somut ilerlemeler doğurabilecek bir sürece dönüştürebilip dönüştüremeyecekleri merak konusudur.
Bu merakın giderilmesi esasen, ılımlı mesaj ve söylemlerin ötesinde, sorunların çözümüne dair gerçekte somut adımlar atma niyetinin
oluşup oluşmadığının ortaya konulması anlamına gelmektedir. Bu sorgulama bir bakıma,
uzun süredir sorunları çözme yönünde samimi
ve kararlı bir niyet taşıdığını gösteren ve samimi ve somut görüşmeler talep eden Türkiye’nin
karşısında; sorunların varlığını dahi kabul etmeyen Yunanistan’ın, oyalama tavırlarının yerine sorunları çözmeye dönük gerçek bir niyet
oluşturup oluşturmadığının sorgulanması anlamına gelmektedir.
İLİŞKİLERİN SON İKİ YILI
Ege Denizi’nin deniz alanları, hava sahaları ve
adaları üzerinde yaşanan uyuşmazlıklar uzun bir
geçmişe sahiptir. Lozan Barış Antlaşması’nın ilgili
hükümlerinin yorumuna ve uygulanmasına dair
görüş ayrılıklarından adalar üzerinde egemenliğe
ve adaların silahsızlandırılmış-askersizleştirilmiş
statülerine dair birçok sorun mevcutken; gelişen
uluslararası hukuk prensiplerinin Ege Denizi’ne
uygulanmasına dair farklı yaklaşımlar doğmuş,
bölgenin hava ve deniz alanlarına yönelik yeni
uyuşmazlıklar yaşanmaya başlanmıştır.
Lozan Antlaşması’nın 12. maddesi ile İmroz, Bozcaada ve Tavşan adaları dışında Doğu
Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semendirek,
Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerinde Yunan egemenliği teyit edilirken 15. madde
ile On İki Adalar diye bilinen Güneydoğu Ege
adaları da tek tek ismen sayılarak İtalya’ya verilmiştir. Bu adalar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yapılan 1947 Paris Barış Antlaşması’nın 12.
maddesi ile Yunanistan’a devredilmiştir. Türkiye
ismen sayılmayan adaların kendisine ait olması
ya da en azından hangi ülkeye ait olduklarının
belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır.
Lozan Barış Antlaşması’nın 13. maddesi,
Yunanistan’a verilen adalar üzerinde hiçbir deniz
üssü ve hiçbir istihkam kurulmayacağını, söz konusu adalarda Yunan Silahlı Kuvvetlerinin, silahaltına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askeri birlikle ve tüm Yunanistan topraklarındaki
jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacağını belirtmekte, Paris Barış Antlaşması’nın 12. maddesi
de söz konusu adaların silahsız olacağı ve öyle
kalacağını öngörmektedir. Buna rağmen Atina
yönetiminin silahsız ve askersiz kalması gereken
bu adaları 1960’lardan beri silahlandırmasına
Ankara itiraz etmektedir.
Kara suları genişliği 6 mil olan Yunanistan’ın ulusal hava sahası genişliğini 10 milde
tutması, adaların da ulusal hava sahası oluşturan unsurlar olması nedeni ile Atina yönetimi
bu uygulaması ile Ege Denizi üzerindeki bütün
hava sahasının yaklaşık yüzde 60’ını ulusal hava
sahası haline getirmeye çalışıyor görünmektedir.
Ankara ise bu duruma uluslararası hukuka aykırı
olduğu gerekçesi ile karşı çıkmaktadır.
Deniz alanlarına dair uyuşmazlıklardan
olan kara sularının muhtemel genişliği sorunu,
Yunanistan’ın mevcut 6 mil genişliğindeki kara
sularını 12 mile çıkarma niyetinden kaynaklanmaktadır. Türkiye esasen Ege Denizi’nin kendine has özellikleri nedeniyle hakkaniyete aykırı
bir durum oluşturacağı gerekçesi ile bu muhtemel girişime karşı çıkmakta ve “ısrarlı itirazcı”
olduğunu belirtmektedir. Deniz alanlarına dair
diğer önemli bir sorun ise Ege Denizi’nde kıta
sahanlığı sınırının güzergahı konusunda 1970’lerin başından beri yaşanan sınır uyuşmazlığıdır.
Ege kıta sahanlığı sınırlandırılması sorununa
benzer bir sorun yakın dönemde Doğu Akdeniz’de
yaşanmaya başlanmıştır. İki taraf bu bölgede kıta
sahanlıklarını ayıracak sınır üzerinde de uzlaşamadıklarını açıkça gösterirken Girit Adası’nın
doğusu ve güneyinde diğer ülkeler tarafından tanınmayan sınırlandırma antlaşmaları yapmıştır.
Türkiye, Libya ile 27 Kasım 2019’da “Akdeniz’de
Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”nı (Türkiye-Libya sınırlandırma antlaşması) imzalarken Yunanistan ise 6 Ağustos 2020’de Mısır ile “Münhasır Ekonomik
Bölge Sınırlandırma Antlaşması”nı (YunanistanMısır sınırlandırma antlaşması) yapmıştır.
Doğu Akdeniz’de yaşanan sınırlandırma gerilimi 2021’de belirgin bir şekilde azaltılmışken
iki ülke özellikle Nisan 2022’den bu yana bu kez
daha çok Ege sorunlarını merkez alan sert söylem
ve eylemlerle yeni bir gerilimli ilişkiler dönemine
girmiştir. Yunanistan’ın silahsız-askersiz kalması
gereken adaları açıkça silahlandırmayı sürdürmesinin yanı sıra Türkiye’yi hedef alan “hukuksuz”, “yayılmacı” ve “saldırgan” gibi sert ve kimi
zaman itham edici açıklamalar yapması gerilimi
daha da tırmandırmıştır.
Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde 6 Şubat depremleri sonrasında fark edilir bir yumuşama yaşanmaya başlanmıştır.
Söz konusu gerilim devam ederken Yunanistan geçtiğimiz aylarda potansiyel olarak iki taraf
arasındaki mevcut gerilimi daha da ağırlaştırabilecek Girit Adası merkezli bazı muhtemel girişimler açıklamıştır. Bu bağlamda ilk olarak Girit
Adası’nın kara sularını 12 mile çıkarma niyetine
dair beyanlar yapılmış, ikinci olarak da Girit’in
güneybatısında hidrokarbon kaynakları (petrol
ve doğal gaz) arama faaliyetleri başlatılmıştır.
Bu gergin süreçte Türkiye’deki 6 Şubat depremleri sonrasında ise fark edilir bir yumuşama
yaşanmaya başlanmıştır. İki ülke de genel seçim
süreçlerinde olmalarına rağmen birbirlerine karşı
söylemleri oldukça dostane ve yumuşak bir nitelik kazanmıştır. Ancak bu ılımlı söylemlerin
ötesinde çözüm bekleyen çok sayıda önemli soruna dair somut adımlar atma niyetinin oluşup
oluşmadığının ortaya konulması ve bu yönde bir
süreç başlatılıp başlatılamayacağı meselesi esasen
merak konusudur.
İNSANİ DÜZEYDE ATILAN ADIMLAR
İkili ilişkilerdeki durumlar tam da böyle iken 6
Şubat’ta Türkiye’nin güneydoğusunda yaşanan
ağır deprem felaketinin hemen akabinde, Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu ve
Başbakan Kiryakos Miçotakis, doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla
arayarak taziyelerini iletmişler, arama kurtarma
ekiplerinin gönderilmesi de dahil olmak üzere
tüm güçleriyle Türkiye’nin yanında olduklarını
ifade etmişlerdir.1
Atina yönetiminin deprem felaketine ilişkin
söylemsel düzeydeki bu görünür desteği daha çok
Dışişleri Bakanı Nikos Dendias aracılığıyla iletilmiştir. Dışişleri Bakanı Dendias iki ülke arasındaki temel sorun alanlarına atıf yapmakla birlikte
“Biz komşuyuz, geçmişimiz var ve geleceğimiz
de olacak”2
ifadeleri de dahil olmak üzere insani
düzeyde çok sayıda ılımlı açıklama yapmıştır. Nitekim Dendias deprem bölgesini ziyaret eden ilk
Avrupalı dışişleri bakanlarından da biri olmuş ve
ziyaret sırasında mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile
yaptıkları ortak açıklamada “Türkiye ve Yunanistan ilişkilerini yumuşatmak için bir depremi daha
beklememeli”3
ifadesi ikili ilişkilerin geleceğine
yönelik olumlu bir beklenti oluşturmuştur.
Deprem felaketinin hemen ardından Yunan hükümetinin ilettiği söz konusu dayanışma
mesajları ve attığı somut destek adımları ikili
ilişkilerde en azından söylemsel düzeyde ılımlı bir havanın oluşmasına katkı sağlamıştır. Bu
iyimser hava Yunan arama kurtarma ekiplerinin
(EMAK) deprem bölgesine ulaşan ilk ekiplerden
biri olması ve bölgeye insani yardım gönderilmesi kararı ile somut bir adıma da dönüşmüştür.
Bu kapsamda EMAK, Türkiye’nin de katılımcı devlet sıfatıyla yer aldığı AB Sivil Koruma
Mekanizması çatısı altında bölgeye ulaşmış, insani
yardım gönderilmesi kararı da doğrudan Başbakan
Miçotakis’in talimatıyla alınmıştır.4
İnsani yardımların devamlılığına ilişkin yapılan vurgu insani
düzeye işaret ederken Atina Büyükelçisi Çağatay
Erciyes’in EMAK genel merkezini ziyareti de diplomatik düzeydeki ılımlı havaya işaret etmiştir.
Nitekim Yunan toplumu da deprem felaketinin hemen ardından sergiledikleri dayanışma ile
Türk toplumunun yanında olduklarını göstermiştir. Bu kapsamda Yunan toplumu ülke genelinde
kan bağışı kampanyaları düzenlemiş, insani yardım toplama noktaları organize etmiş ve 330’dan
fazla insani yardım tırını deprem bölgesine ulaştırmıştır. Bu hususta Yunan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Miltiadis Varvitsiotis’in “Yunan yardımının ve
bayrağının Türk toplumu tarafından iki ülke arasındaki anlaşmazlıklara rağmen kabul edilmesi çok
önemlidir”5
ifadesi iki toplumun yakınlaşmasına
yapılan vurgu açısından kayda değer bir husustur.
Diğer taraftan Türkiye de Yunanistan’da
28 Şubat 2023’te meydana gelen Tempi tren
kazasında benzer bir yaklaşım göstererek “komşu” ifadesiyle Yunan toplumuna ve yönetimine taziyelerini iletmiştir.6
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan yıkıcı depremlerin ardından
Türk-Yunan ilişkilerinin geleceğine yönelik
olarak “Doğu Akdeniz ve Ege’de Yunanistan
ile son dönemde oluşan havanın sorunların
çözümü için bir fırsat olarak değerlendirilmesi
temennimizdir”7
ifadeleri ile söz konusu olumlu havayı sürdürme iradesini göstermiştir
SİYASİ GELİŞMELER
İki ülke arasında yakın dönemde art arda gelen
felaketlerde gösterilen insani diplomasinin literatürde Türk-Yunan yakınlaşması olarak bilinen
deprem diplomasisini de yeniden gündeme getirdiği söylenebilir. Taraflar arasında yürütülen
deprem diplomasisinin tarafların dış politikalarında ne türden değişikliklere yol açtığı ve ilişkilerin geleceğini hangi noktaya taşıyabileceği
merak edilen hususlar arasındadır. Bu hususta
depremin etkisi belli oranda geçtikten sonra dahi
iki taraf arasında bazı olumlu siyasi gelişmelerin
yaşanmaya devam ettiği gözlemlendiğinden bunun önemini daha da artmaktadır.
Muhtemel olumlu gelişmelerden ilki
2022’de Ankara tarafından sonlandırılma kararı
alınan istişari görüşmelerin Atina yönetimi tara
fından yeniden başlatılması yönünde bir iradenin ortaya konması olabilir. Söz konusu görüşme
süreci 2002’de başlayıp 2016’ya kadar sürmüş
ancak 2016’da Yunan hükümeti tarafından askıya alınmıştır. 2021’de yeniden başlayan görüşmeler 2022’de Atina yönetiminin Türkiye aleyhine
gerginlik oluşturan hamleleri sonucunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadeleriyle Yunanistan’ın
“samimi ve ciddi” görüşme niyeti göstermeden
sürecin yeniden başlatılmayacağı kararı ile yeniden son bulmuştur.
İkili ilişkilerdeki gelişmeler ve karşılıklı açıklamalar sorunların çözümüne dair yeni bir sürecin başlama ihtimalinin mevcut olduğunu göstermektedir.
Asrın felaketi olarak ifade edilen 6 Şubat
depremlerinin ardından 23 Şubat’ta Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias, iki ülke arasında
“iyi bir iklim oluştuğu”na atıfta bulunarak söz
konusu felaket sürecinin dış politikada diyalog
sürecinin yeniden başlaması için kolaylaştırıcı
bir rolü olduğunu belirtmiştir. Her iki ülkenin
de seçime doğru gittiğini belirten Dendias “şu
aşamada yapılabilecek en iyi şeyin istişari görüşmelerin yeniden başlatılması olacağı” ifadeleri
ile söz konusu görüşmelerin olası geleceğinin
açık sinyalini vermiştir.8
Türk-Yunan ilişkilerinde son dönemde öne
çıkan olumlu siyasi gelişmelerden ikincisinin
uluslararası platformlarda karşılıklı adaylıkları
destekleme yaklaşımlarının olduğu söylenebilir.
Bu hususta 20 Mart 2023’te Brüksel’de gerçekleştirilen Uluslararası Bağışçılar Konferansı’nın
siyasi sonuçları önemlidir. Söz konusu konferansın sonunda alınan karara göre Türkiye, Yunanistan’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin
2025-2026 dönemi geçici üyeliğine adaylığını ve
Yunanistan da Türkiye’nin Uluslararası Denizcilik
Örgütü genel sekreterliğine adaylığını destekleyecektir. Uluslararası platformlardaki iş birliğine
atıfta bulunan bu hamleler ikili ilişkilerde yeni
somut adımların atılmasına dair beklenti oluşturması açısından da önemli bir husustur.
Taraflar arasında yakın dönemdeki siyasi
gelişmeler açısından üçüncü olumlu gelişmenin
ise ekonomi temelli diplomasi atılımlarıyla ilgili olduğu görülmektedir. Bu kapsamda iki ülke
dışişleri bakanları Çavuşoğlu ve Dendias arasında Nisan 2021’de Ankara’da mutabakata varılarak başlayan pozitif gündem toplantıları her iki
ülkenin yaşadığı felaketlerin ardından ilerleme
kaydederek ticari bağlamda yeni iş birliği alanlarının önünü açmıştır.
Bu kapsamda 22 Mart 2023’te söz konusu
toplantının dördüncü turunda enerjiden turizme çeşitli alanlarda kaydedilen ilerlemenin yanı
sıra bir sonraki turda imzalanması olası ilgili anlaşmaların nihai aşamaya getirilmesi için de bir
çerçeve oluşturulduğu bilgisi paylaşılmıştır.9
Bu
açıdan ticari alanda kaydedilen ilerleme, zaman
zaman gerginleşen siyasi iklimin yumuşamasında
bir fırsat olarak görülebileceği gibi karşılıklı ekonomik bağımlılığın geliştirilmesi de temel sorun
alanlarının çözümünde kolaylaştırıcı bir rol teşkil edebilecektir.
Nitekim Dışişleri Bakanı Dendias Nisan
2023’te Yunanistan’ın ulusal yayın kuruluşuna
verdiği mülakatta Atina ve Ankara’nın aralarındaki buzları eriten ilişkilerden faydalanmalarının şart olduğunu vurgulamıştır.10 Türk savaş
uçaklarının Ege’deki “günlük ve tehlikeli” uçuşlarının tamamen durduğunu söyleyen Dendias
seçimlerin ardından üzerinde mutabık kalınmış
bir tartışma çerçevesinde görüşme niyetlerini de
dile getirmiştir. Hatta Atina yönetimi; Filistin,
Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail, İtalya, Mısır, Ürdün ve Yunanistan’dan oluşan Doğu
Akdeniz Gaz Forumu’na Türkiye’yi davet etmeye
açık olduğu mesajını da vermektedir.
Ankara-Atina hattında yakın dönemde olası
olumlu gelişmelerin önünü açabilecek meselelerden birinin de Türkiye’nin 2023 genel seçimleri
sonuçlarına ilişkin Yunanistan’ın mevcut yönetiminin nispeten ılımlı açıklamaları olduğu söylenebilir. Bu kapsamda Miçotakis, Türkiye’de seçim sonuçları ne olursa olsun Atina’nın “dostluk
eli”ni uzatacağını ve kendisinin de yeniden seçilmesi halinde Ankara ile daha iyi ilişkiler kurmayı
“umduğu”nun altını çizmiştir.11
Diğer taraftan Türk-Yunan ilişkilerinde
yakın dönemde yakalanan bu iyimser hava
her iki ülkenin de müttefiki konumunda olan
Washington yönetiminin sürece olumlu katkısı ile daha ileri bir boyuta taşınabilir. Zira
son döneme kadar Ankara, ABD’nin Türkiye
ile Yunanistan arasında tarafsız bir politika uygulaması beklentisini dile getirmiştir.12 Türkiye’nin bu talebi doğrultusunda ABD’nin “eşit
muamele” ilkesi üzerine dayanması beklenen
politikası Türk-Yunan ilişkilerinin geleceğine
dair olumlu bir beklenti oluşturabilir.
Nitekim ABD’nin Atina Büyükelçisi George
Tsunis, Türk-Yunan ilişkilerinde Washington’ın
rolüne işaret etmiştir. Tsunis, her iki komşu ülkenin de NATO’nun önemli aktörleri arasında olduğunun ve taraflar arasındaki söz konusu gerginliklerin İttifakın çıkarlarına hizmet etmeyeceğinin
altını çizmiştir. Buna binaen Washington yönetiminin sorunların çözümünde diyalog çağrısına
dikkat çekilmiş13 ve özellikle seçimlerin ardından
tarafların uzlaşmalarına dönük ABD ve Almanya’nın öncülüğünde karşılıklı tavize dayanan ciddi bir girişimde bulunulacağı ifade edilmiştir.14
Nihayetinde bu durumdan Türk-Yunan ilişkilerinin önemli bir unsuru olan Washington’ın söz
konusu ılımlı sürece pozitif katkı sağlayabileceği
anlaşılmaktadır.
TEMKİNLİ İYİMSERLİK
Deprem felaketinin ardından oluşan ve bu analizde ele alınan ılımlı havanın halihazırda bazı
somut siyasi gelişmelerin önünü açtığını söylemek mümkünken Ankara ile Atina arasındaki
yumuşama sürecinin uzun süreli olup olmayacağı ve temel uyuşmazlık alanlarının çözümüne ne
oranda yansıyacağı asıl merak edilen konulardır.
Bu hususta belirtilen olumlu gelişmelere rağmen
yumuşama sürecinin kesintiye uğrayabileceğini
ve sorunların çözümüne gerçek bir katkı sağlayamayabileceğini gösteren bazı belirtilerden bahsetmek de mümkündür.
Öncelikle yumuşama döneminin kesintiye
uğramasının mümkün olduğu, bunun da esasen
Yunanistan’ın Türkiye’ye dönük şüpheci yaklaşımı ve güvenlik tehdidi algısının devam etmesi
olduğu söylenebilir. Zira Atina’nın Ankara’ya
karşı güvenlik endişelerinden kaynaklı olumsuz algısının kapsamlı bir biçimde değiştiğini
söylemek mümkün görünmemektedir. Atina
yönetiminden gelen ve sert olarak algılanması muhtemel bazı açıklamalar da bulunmakta15 ve
bu açıklamalarda ilişkilerde “temkinli bir iyimserliğin” altı çizilmektedir.
Atina’nın normalleşmenin devamı için Ankara’nın “revizyonist” ve “saldırgan” eylemlerine
son vermesi koşullarını sıralamaya devam etmesi,
Türkiye’yi rencide edecek yaklaşımının sürdüğü anlamına gelmektedir. Bu noktada özellikle
Dışişleri Bakan Yardımcısı Varvitsiotis’in Türkiye’nin iddia edilen eylemlerine devam etmesi
halinde “tüm köprülerin yıkılacağı”nı belirtmesi
söz konusu normalleşme sürecinin ne denli kırılgan olduğunu göstermektedir. Varvitsiotis’in
yanı sıra Dendias da revizyonizme karşı uzatılan
“zeytin dalı” ile birlikte “kılıç taşıma hakkı”na da
atıfta bulunarak tehdit olarak algılanması muhtemel açıklamalara imza atmaktadır.16
Bütün bu yaklaşımlar Türkiye’nin “rutin”
kabul ettiği eylem ve faaliyetlerinin halen “saldırgan” ya da “revizyonist” olarak nitelendirilebileceğini, bunun da yumuşama sürecini sekteye
uğratabileceğini söylemek mümkündür. Yunanistan, sorunlu bölgelerde Türkiye hiçbir faaliyette bulunmaz ise ancak bu durumda Türkiye’ye karşı dostane ilişki sergileyebileceği gibi bir
izlenim vermektedir.
Sorunların çözümü bağlamında ise benzer
bir temkinli duruş kaçınılmaz görünmektedir.
İyi ve dostane ilişkiler elzem olmakla birlikte başta Yunanistan olmak üzere her iki ülkenin sorunların çözümüne dair beklenti ve yaklaşımlarında değişiklik olduğu ya da olabileceğini gösterir somut gelişmeler bulunmamaktadır.
Yunanistan’ın açıklamalarında “egemenlik
hakları” konusunda tavizsiz bir politika ortaya
konulmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu hususta
Yunan dış politikasının temel değerleri arasında sıralanan “diyalog” ilkesine tezat bir biçimde
Türkiye ile egemenlik haklarına ilişkin “diyaloğa
kapalı olunduğu” dahi ifade edilmektedir.17
Yunanistan’dan gelen en son mesajlar
ise Atina yönetiminin tavrında ve beklentilerinde esasen bir değişiklik olmadığını göstermektedir. 26-29 Nisan 2023’te Yunanistan’da
8. Delphi Ekonomik Forumu’nda konuşan
Başbakan Miçotakis Türkiye’de “Mavi Vatan”
gündeminin baskın olduğunu ve bunun “bir
tür eski emperyal revizyonizm” olduğunu iddia
etmiştir. “Saldırgan” bir dış politikayla Türkiye
ile Libya arasında tamamen yasa dışı ve coğrafya ile uyumsuz bir sınırlandırma anlaşmasının
imzalandığını savunmuştur. Miçotakis ayrıca
Türkiye tarafından göçün Mart 2020’den beri
bir “silah olarak” kullanıldığı iddiasını da dile
getirmiştir. Türkiye’nin seçimlerden sonra derin bir stratejik karar vermek zorunda olduğunu söyleyen Miçotakis “Türkiye’nin yaklaşımını değiştirmesi gerekiyor, şu anki yaklaşımı ve
revizyonizmiyle korkarım ki pek iyimser olamayız” diye konuşmuştur.18
Atina yönetiminin Türkiye’nin 2023 genel seçim sonuçlarına ilişkin bazı görüşleri de
sorun alanlarının uzun vadede çözümünü güçleştirecek bir görüntü vermektedir. Zira Atina
yönetimi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimindeki Türkiye’nin özellikle “Mavi Vatan” yaklaşımını ve Batı’dan bağımsız bir güç odağına dönüşme politikasını milliyetçi bir zemin
üzerinden algılamakta, söz konusu anlayışın
da Türk-Yunan ilişkilerinin temel dengelerini
değiştirmeyeceğini öne sürmektedir.19 Bu nedenledir ki “kendilerinden çok daha büyük ve
saldırgan” olarak tanımladığı Türkiye’ye karşı
Yunanistan’ın “caydırıcılık ve savunma yeteneklerinin güçlendirmeye devam edeceğinin”
altını çizmektedir.20
Türkiye’nin bakış açısında da Yunanistan’a
yönelik temel algıların devam ettiği görülmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan yakın zamanda
Yunan gazetesi Kathimerini’ye verdiği mülakatta21 iki devlet arasındaki ilişkilerde yeni bir dönem açmak istediğini güçlü bir şekilde vurgulamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yunanistan
ile düşmanlıkları ve rekabetleri bir kenara bırakılabileceğini, bunların her iki ülkeye de önemli ölçüde zarar verdiğini ve bunun sürmemesi
gerektiğini belirtmiştir. Ancak Cumhurbaşkanı
Erdoğan “Miçotakis’e iletmek istediğiniz bir
mesajınız var mı?” sorusu karşısında ise var
olan olumsuz atmosferi bir kenara bırakarak
gerilimi tırmandırmamayı tercih ettiğini belirtmiş ve “Miçotakis bu izlenimleri not almalı ve
verdiği sözleri tutmalı” vurgusu yapmıştır. Bu
vurgu, Türkiye’nin Yunanistan’dan beklentilerinde bir değişiklik olmadığını göstermesi açısından önemlidir.
SONUÇ
Türkiye ve Yunanistan arasında uzun süreden
beri devam eden sorunlar iki ülke arasında dönem dönem yaşanan gerilimlerin esas kaynağını
oluşturmaktadır. Gerilimlerin azaldığı her dönemde ise uzun yıllardır çözülemeyen sorunların
çözülebileceğine dair umutlar artmaktadır.
İçinde bulunduğumuz aylarda özellikle de
6 Şubat’ta yaşanan ağır deprem felaketinden bu
yana iki ülke bir kez daha ılımlı ve dostane bir
döneme girmiş, yapılan karşılıklı açıklamalar bir
kez daha sorunların çözümüne dair umut oluşturmuştur. Bu ılımlı dönemin ne oranda somut
sonuçlar doğuracağına dair soru ise akıllarda yer
etmeye devam etmektedir.
Bu analizde özetlenen gelişmeler ve karşılıklı açıklamalar sorunların çözümüne dair yeni bir
sürecin başlama ihtimalinin mevcut olduğunu
göstermektedir. Ancak bu umudun çok güçlü
olabileceği bir aşamada bulunmadığımızı gösteren bazı belirtiler de söz konusudur. Yapılan karşılıklı açıklamalardaki temkinli ifadeler ve imalar
sorunların çözümü için gerekli olan karşılıklı
taviz verme yaklaşımının henüz oluşmadığını ve
çözüm sürecine dair somut beklentiler için halen
erken olduğunu göstermektedir.
Sorun alanlarının çözümü her iki tarafın ortaya koyacağı iradeye dayanacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın verdiği yakın tarihli mülakat aslında
bu iradenin Türkiye tarafında mevcut olduğunu
göstermektedir. Halihazırda somut bazı kısıtlayıcı
unsurların varlığı dikkate alındığında mevcut dostane atmosferin sorunların çözümüne yol açacak
bir sürece evrilmesinin mümkün olduğu ancak bunun kısa dönemde olamayacağı söylenebilir.
Etiketler:
- Analiz
- Avrupa Araştırmaları
- Dış Politika
- Diplomasi
- Normalleşme
- SETA
- SETA Analiz
- SETA Çalışmaları
- SETA PDF
- Türk Dış Politikası
- Türkiye Dış Politikası
- Türkiye-Yunanistan İlişkileri
- Uluslararası İlişkiler
YAZARLAR HAKKINDA
YÜCEL ACER
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Uluslararası İlişkiler lisans
derecesi, Sheffield Üniversitesi’nden (İngiltere) Uluslararası Hukuk yüksek lisans
derecesi, Bristol Üniversitesi’nden (İngiltere) Uluslararası Hukuk doktora derecesi
almıştır. Halen Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı’nda Milletlerarası Hukuk profesörüdür. Uzmanlık alanları
uluslararası deniz hukuku, uluslararası silahlı çatışmalar hukuku ve uluslararası
insan hakları hukukudur. Birçok bilimsel makalenin yanında İngiltere’de basılmış
The Aegean Maritime Disputes and International Law (Ege Deniz Sorunları ve Uluslararası Hukuk), Uluslararası Hukukta Saldırı Suçu, Küresel ve Bölgesel Perspektiften
Türkiye’nin İltica Stratejisi ve Uluslararası Hukuk: Temel Ders Kitabı isimli kitapların
da yazarıdır. ABD’de Hawaii Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde doktora sonrası çalışmalar yapmış, Kara Harp Okulu, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi ve Atılım Üniversitesi’nde de dersler vermiştir.
DENIZ OKUMUŞ
Uluslararası ilişkiler alanında lisans ve yüksek lisans derecelerine sahiptir. Çalışma
alanları ABD dış politikası, Türkiye-Yunanistan ilişkileri ve uluslararası güvenlik konularıdır. Halen çalışmalarını SETA’da araştırmacı olarak sürdürmektedir.