Analiz: CHP’de Yeni Dönem ve Değişimin Sınırları
Bu analiz, Türkiye’nin saygın, güvenilir, bağımsız, tarafsız düşünce ve yayın kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’da hükümet sistemleri, siyasal partiler konularında Araştırmacı Yazar Baki Laleoğlu, CHP’nin yeni döneme girerken içinde bulunduğu durumu incelemekte ve ortaya detaylı bir perspektif koymayı amaçlıyor.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
2023 seçimlerinde alınan mağlubiyet CHP adına o derece sarsıcıydı ki yeni bir dönemin başlangıcını tetikledi. Zira Cumhuriyet’in 100. yılındaki bu mağlubiyet pratik ve sembolik anlamı sebebiyle oldukça yıkıcıydı. Bu yıkımın kurbanı Kemal Kılıçdaroğlu, yeni genel başkan Özgür Özel ve partideki yıkıntıyı kaldıracağını iddia eden isim de Ekrem İmamoğlu oldu.
Bu analiz CHP’nin yeni döneme girerken içinde bulunduğu durumu incelemekte ve ortaya detaylı bir perspektif koymayı amaçlamaktadır. Zira Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP siyasi yelpazede bulunduğu konum itibarıyla Türk siyasal hayatında önemli bir pozisyonu temsil etmektedir. Dolayısıyla partinin güçlenmesi Türkiye’nin yıllardır eksikliğini hissettiği muhalefetin kalitesini artıracak ayrıca siyasi rekabeti ve demokrasiyi de güçlendirecektir. Ancak CHP’deki değişim tartışması ve söyleminin sınırlı bir alanda yürütüldüğü dikkate alındığında, lider değişikliği üzerinden yeni bir statükonun inşa edilme ihtimali yüksektir…
GİRİŞ
2023 seçimlerinde alınan mağlubiyet genelde muhalefet ve özelde ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adına o derece sarsıcıydı ki yeni bir dönemin başlangıcını tetikledi. Zira her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da Cumhuriyet’in 100. yılındaki bu seçim mağlubiyeti gerek pratik gerekse sembolik anlamı sebebiyle oldukça yıkıcı bir etkiye sahipti. Bu yıkıcı etkinin CHP’deki kurbanı ise doğal olarak Kemal Kılıçdaroğlu oldu.
CHP’de Kılıçdaroğlu’nun yerine genel başkan seçilen Özgür Özel ile birlikte yeni bir dönem başladı. Ancak Özel her ne kadar kendilerini “değişimciler” olarak adlandıran bir grubun adayı ve kendisini değişimi getirecek kişi olarak sunsa da partideki durum bundan biraz farklı. Zira Özel daha çok Ekrem İmamoğlu liderliğinde toplanan bir grup CHP’li ismin öne çıkardığı bir adaydı ve yine bu grubun desteğiyle bir tür “koordinatör” olarak genel başkanlık koltuğuna oturdu.
Öte yandan İmamoğlu liderliğindeki grup, yine değişim bekleyen parti tabanı ve seçmeninin bu duygusal beklentisine seslense de CHP’nin bu konudaki potansiyeli oldukça kısıtlı. Zira CHP’nin kurumsal yapısı bir çıkmaza girmiş durumda. İmamoğlu veya Özel ise partiyi bu tartışılan yapıdan kurtaracak radikal adımları atmaya dair istek, kabiliyet veya kapasiteye sahip değil.
Bu analiz CHP’nin yeni döneme girerken içinde bulunduğu durumu incelemekte ve ortaya detaylı bir perspektif koymayı amaçlamaktadır. Zira Cumhuriyet’in kurucu partisi olan CHP siyasi yelpazede bulunduğu konum itibarıyla Türk siyasal hayatında önemli bir pozisyonu temsil etmektedir. Dolayısıyla CHP’nin güçlenmesi hem Türkiye’nin yıllardır eksikliğini hissettiği muhalefetin kalitesini artıracak hem de siyasi rekabeti ve demokrasiyi güçlendirecektir.
2023 seçimlerine doğru giden süreçte muhalefet blokunun Recep Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ve Cumhur İttifakı’na karşı nasıl bir strateji izleyeceği aşağı yukarı belliydi. Zira 2019 yerel seçimlerinde Türkiye genelinde olmasa da bazı büyükşehirlerde başarı sağlayan bir yöntem ortaya çıkmıştı. Bu yöntem özetle muhalefetin tek bir blok halinde hareket etmesi ve tek aday etrafında toplanmasıydı. 2023 seçimlerinde de bu strateji büyük oranda uygulandı.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ortak aday oldu, ortak liste stratejisi tüm illerde küçük partileri kapsayacak şekilde iki liste, bazı illerde ise CHP ve İYİ Parti’nin tek liste göstermesiyle hayata geçirildi. Fakat teori ile pratik uyuşmadığı için muhalefet hem cumhurbaşkanı hem de Parlamento seçimlerini kaybetti. Muhalefet açısından oldukça kaotik ve sıkıntılı geçen bir süreç net bir başarısızlık ile sonuçlandı.
Bu başarısızlığı anlamak için odaklanılması gereken ilk nokta aşırı sancılı geçen Kılıçdaroğlu’nun aday olma süreciydi. Zira seçimlerden yaklaşık on sekiz ay önce muhalefet cephesinde “altılı masa” adında bir siyasi mekanizma kurulmuş, 2018’de Millet İttifakı’nı oluşturan CHP ve İYİ Parti ile diğer küçük partiler olan Saadet Partisi (SP) ve Demokrat Parti (DP) liderlerinin yanına AK Parti’den ayrılarak kendi partilerini kuran Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan oturtulmuştu.
Altılı masanın misyonu ise 2023 seçimlerinin kazanılmasının ardından nasıl bir parlamenter sistem kurulacağının belirlenmesi şeklinde sunuldu. Ancak muhalif kamuoyunun beklentisi seçimlere yönelik nasıl bir strateji izleneceği, ortak liste ve aday olup olmayacağı ve bunların nasıl belirleneceği yönündeydi.
Öte yandan masaya Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) davet edilmemiş ve dolayısıyla bu partinin –2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi– resmi ortak yapılmadan dışarıdan destek vermesi beklenmişti.
Altılı masanın süreç içerisinde kamuoyunun beklentilerini karşılamaması ve seçimleri kazanmak yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistem” modelinin teorik çerçevesine odaklanması, hem masadaki aktörlere hem de masanın yapısı ve karar alma sürecine yönelik eleştirileri artırdı. Fakat muhalefetin özellikle de CHP yönetiminin bu eleştirilere tepkisi anlamsız derecede sertti. Bunun sebebi ise seçimlere iki ay kala net bir biçimde anlaşıldı. Zira Kemal Kılıçdaroğlu masaya ortak cumhurbaşkanı adayı olarak kendi ismini sunmuştu.
HEDEP, 2019 yerel seçimlerine Halkların Demokratik Partisi (HDP), 2023 seçimlerine ise hakkında açılan kapatma davasının oluşturduğu riskleri bertaraf etmek adına Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSP) çatısı altında girdi.
2023 seçimlerinin ardından ise yıllardır seçmen nezdinde bilinirlik oluşturmuş kurumsal kimliğini korumak adına YSP’nin adını HEDEP olarak değiştirdi. Metinde yakın tarihteki bu isim değişikliklerinin karmaşa oluşturmaması adına mevcut isim olan HEDEP yakın geçmişi de kapsayan şekilde kullanılmıştır.
Bu süreçte Kılıçdaroğlu, altılı masada yer alan diğer partiler ve HEDEP ile farklı dinamiklere sahip ilişkiler geliştirdi. Öyle ki 2018 öncesinde başlayan süreç neticesinde SP ve DP, oy potansiyellerinin ötesinde birer aktör konumuna yükseltildi ve Parlamentoda sandalye sahibi oldu.
Bu partiler ideolojik farklılıklarına rağmen CHP’nin yanında yer almaları sayesinde muhalif kesimde muteber hale geldi. İYİ Parti ise özellikle 2018 seçimlerine girebilmesi ve Parlamentoda grup kurabilmesini sağlayan Kılıçdaroğlu’na borçluydu. Her ne kadar gücü sınırlı kalsa da Meral Akşener, İYİ Parti’nin 2018 seçimlerinde Parlamentoda yer almasının sağladığı görünürlükle popülaritesini artırdı.
Kılıçdaroğlu, seçim sürecinde altılı masada yer alan diğer partiler ve HEDEP ile farklı dinamiklere sahip ilişkiler geliştirdi.
Siyasi meşruiyetini uzun zaman önce yitiren ve çoğu partinin yan yana gelmekten kaçındığı HEDEP ise Kılıçdaroğlu ve yönetiminin çabaları ve dolaylı seçim iş birlikleri sayesinde meşru aktör olma iddiasını sürdürdü.
Kılıçdaroğlu’nun “kapsayıcılığı” ve masada onlara özel olarak ayırdığı sandalyeler sayesinde Babacan ve Davutoğlu’nun cılız kalan partileri de can suyu buldu. Bu sayede bu partiler muhalif medyada hiçbir zaman bulamayacakları derecede bir görünürlük kazandı.
Tüm bunlar sebebiyle altılı masada yer alan aktörler, Kılıçdaroğlu veya onun işaret edeceği bir adaya yönelik güçlü bir itirazı dile getiremeyecekleri bir konuma getirildi. Buna ek olarak küçük partiler (SP, DP, DEVA ve Gelecek) itiraz etseler dahi oy potansiyelleri ve mevcut kazanımları sebebiyle oldukça kısıtlı bir pozisyona sahipti.
Altılı masanın kurulmasında en önemli pay Kılıçdaroğlu’na aitti. Özellikle 2016’dan itibaren Kılıçdaroğlu’nun yeni siyasi stratejisi, CHP yerine muhalefet blokunu büyütmek ve tek başına yapamadığını bir koalisyon ile başarmak üzerinden şekillendi.
Yeni siyasal sistem ve ittifaklar ile birlikte de muhalefet blokunun birlikte hareket etmesini sağlamak ve iktidara bu şekilde gelmek emel gaye oldu. 2023’e doğru bu strateji, altılı masa olarak adlandırılan bir model üretti.
Böylelikle istenilen tüm muhalif aktörler bir çatı altında toplanmayı başarabildi. HEDEP ise masanın doğrudan olmasa da CHP aracılığıyla dışarıdan bir parçası oldu.
2023 seçimlerinde de benzer bir durum ortaya çıktı. HEDEP, aday olmayacağını belirten Akşener ve muhalif kamuoyunda popüler aday adaylarından biri olan Mansur Yavaş dışındaki diğer muhtemel adayları destekleyeceğini belirtmişti.
Diğer bir ifadeyle İYİ Parti’li veya milliyetçi geçmişe sahip isimlerin değil yalnızca CHP’li adayların destekleneceği mesajı verilmişti. Bu tanıma uyan muhtemel adaylar ise Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu’ydu.
Netice itibarıyla Kılıçdaroğlu aday oldu ve HEDEP de milletvekili seçimlerinde dahil olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı ile birlikte onu destekledi. Hatta Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs’ta en yüksek oy oranına ulaştığı ilk yedi ilin HEDEP seçmeninin ağırlıkta olduğu yerler olduğu görüldü.
İYİ Parti cephesine dönüldüğünde ise ortada kaotik bir durum vardı. Kılıçdaroğlu’nun aday olması biraz seçimlerin kaybedileceği düşüncesi biraz taban ve seçmen baskısı biraz da CHP ile üstü örtülü yürütülen rekabet sebebiyle istenmiyordu.
Zira İYİ Parti, kurulduğu günden itibaren Kılıçdaroğlu’nun kendilerine biçtiği rol içerisinde siyaset yapmış ve bu sınırları bir türlü aşamamıştı. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı yine CHP’nin çizdiği stratejinin takip edilmesi anlamına geldiğinden İYİ Parti tabanı ve seçmeni bundan bunalmıştı.
Akşener, partisinin içinde bulunduğu bunalımı aşabilmek için çok öncesinde bir formül buldu ve kendisinin aday olmadığını söyleyerek farklı bir strateji üretti. Ona göre ne kendisi ne de Kılıçdaroğlu aday olacak, 2019 seçimlerinde çalışan formül tekrarlanacak, İmamoğlu veya Yavaş’tan biri ittifakın ortak adayı olarak cumhurbaşkanı seçilecekti.
Her ne kadar Akşener, Yavaş ve İmamoğlu’nu ön plana çıkararak sahip olduğu güç ve etkiyi Kılıçdaroğlu’na hatırlatsa da daha çok “oyun kurucu” bir rol üstlenmeyi tercih etti. “Başbakanlığa adayım” diyerek de seçim sonrası planlarına öncelik verdiğini açıkladı.
Akşener’in bu süreçteki ilk büyük hatası da buydu. Zira cumhurbaşkanı adaylığından çok erken feragat etmiş, attığı bu adımın Kılıçdaroğlu’nu baskı altına alarak onun da bu yönde bir karar alacağı gibi aşırı naif ve irrasyonel bir beklenti içerisine girmişti. Ancak bu hatanın daha büyüğünü 3-6 Mart sürecinde yapacaktı.
Kılıçdaroğlu’nun adaylığına altılı masada itiraz eden tek aktör beklenildiği gibi Akşener olmuştu. Akşener, biraz parti elitlerinin stratejik bir zihinden yoksunluğu biraz da bazı elitlerin CHP ile dolaylı bağı, kısaca kurumsal problemleri sebebiyle çok sert bir açıklama yaparak masadan ve doğal olarak da ittifaktan ayrıldığını ilan etti.
Yine Yavaş ve İmamoğlu’na çağrı yaparak onları son kez adaylık için “provoke etme”ye çabaladı. Fakat bu çabasının da bir hata olduğunu geç de olsa fark etti. Zira Yavaş, tüm siyasi kariyeri Ankara Büyükşehir Belediyesi başkanı olmak için çabalamakla geçmiş 68 yaşında bir isimdi. Güçlükle gerçekleştirdiği ve oldukça geç yaşta yaşamaya başladığı hayalinden vazgeçmeye niyeti yoktu.
İmamoğlu ise kendisi hakkında oluşturulan toplumsal algı ve imajın çok uzağında, risk almaktan çekinen, ince hesaplar ile hareket eden ve yalnızca sahne performansı yüksek bir siyasi aktördü. Onun da CHP ile ilgili planları uzun vadeliydi ve kurumsal açıdan partisini karşısına almaktan korkuyordu.
Netice itibarıyla Akşener, çok güvendiği ve ittifakın ortak başkanı olarak tabanına pazarladığı iki ismin de aslında CHP’li olduğunu tekrar
gördü. Partisinin ve kendisinin kurumsal zayıflığı ve öngörüsüzlüğü neticesinde adaysız ve plansız kalmıştı. Kendisi aday olamadığı gibi Yavaş ve İmamoğlu dışında bir aday da bulamıyordu. Akşener ve İYİ Parti o derece seçeneksiz bir pozisyona düşmüştü ki televizyon kanallarındaki bazı “tartışmacı” isimler partinin adayı olarak konuşulur olmuştu.
Akşener, Yavaş ve İmamoğlu’nu ön plana çıkararak sahip olduğu güç ve etkiyi Kılıçdaroğlu’na hatırlatsa da daha çok “oyun kurucu” bir rol
üstlenmeyi tercih etti.
İşte bu noktada özellikle CHP’nin sahip olduğu medya gücü devreye girdi. Akşener ve İYİ Parti’liler 3-6 Mart arasında “Saray’ın adamı”,
“gizli AKP’li” ve “5’li çeteden fonlanan” gibi etiketler ile itibarsızlaştırıldı. Söz konusu itibar suikastı ve baskı operasyonu öyle bir hadde ulaştı ki İYİ Parti’ye zorla geri adım attırıldı. Akşener, üç gün öncesindeki tüm laflarını bir kenara bırakarak oldukça irrasyonel bir uzlaşı planıyla masaya geri döndü. (Devem edecek-KILIÇDAROĞLU VE “AHLAKİ ÜSTÜNLÜK” SÖYLEMİNİN ÇÖKÜŞÜ)
***
Yazar hakkında