Analiz: Kılıçdaroğlu ve “Ahlaki üstünlük” söyleminin çöküşü
Bu analiz, Türkiye’nin saygın, güvenilir, bağımsız, tarafsız düşünce ve yayın kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’da hükümet sistemleri, siyasal partiler konularında Araştırmacı Yazar Baki Laleoğlu, ‘CHP’DE YENİ DÖNEM
VE DEĞİŞİMİN SINIRLARI‘ başlığıyla hazırlamış olduğu analisinde, CHP’nin yeni döneme girerken içinde bulunduğu durumu incelemekte ve ortaya detaylı bir perspektif koymayı amaçlıyor.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Hükümet sistemleri ve siyasal partiler konusunda uzman Araştırmacı Yazar Baki Laleoğlu, yapmış olduğu analisinin bugünkü bölümünde ise, “Kılıçdaroğlu ve “Ahlaki üstünlük” söyleminin çöküşü” başlığıyla devam ediyor.
KILIÇDAROĞLU VE “AHLAKİ ÜSTÜNLÜK” SÖYLEMİNİN ÇÖKÜŞÜ
Seçim öncesi ve sonrasında yaşanan bu ve benzeri olaylar aslında bir gerçeği de ortaya koydu. Fonlanan medya ve yazarlar, sızan ses ve video kayıtları, gizli toplantılar gibi örnekleri daha da artırılabilecek gelişmeler, özellikle Kılıçdaroğlu merkezinde yaşanan kavgalar, özelde CHP ve genelde ise muhalif blokun üzerine söylem inşa ettiği sözde ahlaki üstünlüğün ne denli büyük bir yanılsama olduğunu gözler önüne serdi. Öyle ki ahlaki üstünlük söylemini siyaha karşı beyaz, kötüye karşı iyi, otokrata karşı demokrat ikiliği Akşener, Yavaş ve İmamoğlu’nu ön plana çıkararak sahip olduğu güç ve etkiyi Kılıçdaroğlu’na hatırlatsa da daha çok “oyun kurucu” bir rol üstlenmeyi tercih etti.
Bugün Kılıçdaroğlu’nu otokrat, antidemokrat, “makbul ve yarı muhalif” olarak suçlayanlar seçim öncesi onu egosuz, kişisel hırslarından arınmış, hoşgörülü ve “demokrat dede” olarak seçmene pazarlıyordu.
Ancak burada daha büyük bir siyasi ve ekonomik ağdan bahsedilmelidir. Zira Kılıçdaroğlu fenomenini oluşturan muhalif gazetecilerin, geleneksel ve/veya sosyal medya yazarlarının, akademisyenlerin, kısaca muhalif kamuoyuna yön gösterenlerin de en az siyasetçiler kadar sorumlu olduğunu belirtmek gerekir.
Bugün Kılıçdaroğlu’nu otokrat, antidemokrat, “makbul ve yarı muhalif” olarak suçlayanlar seçim öncesi onu egosuz, kişisel hırslarından arınmış, hoşgörülü ve “demokrat dede” olarak seçmene pazarlıyordu. Dolayısıyla muhalefet partileri ve siyasetçilerin olduğu kadar muhalif kamuoyu ve ona yön veren grupların da sözde ahlaki üstünlüğü günbegün çöktü.
Esas itibarıyla CHP odaklı olmasına rağmen muhalefetin tamamına sirayet eden bu ahlaki üstünlüğe dayanan söylemin inşa süreci çok eskiye dayandırılabilir. Ancak söz konusu söylemin pratikte karşılıksız olduğunun belki de ilk önemli göstergesi bizzat Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilen “Saraya giden CHP’li” iddiasıydı.
Bu iddia neticesinde Kılıçdaroğlu’na karşı parti içerisinde sınırlı da olsa muhalif bir mücadele gösterme kabiliyeti olan yegane aktör partiden ayrılmaya zorlandı. Böylelikle ahlaken üstün olduğu söylenen kişi ve ekipler tamamen spekülatif ve kanıtsız bir iddiayı, sahip oldukları maddi güç ve medya yapılanmasıyla en üst perdeden dolaşıma sokarak parti içi tek ciddi rakibi etkisiz hale getirdi.
2023 seçimleri sürecinde ise Altılı masanın yapısına ve karar alma sürecine yönelik muhalif kamuoyundan gelen eleştirilerin sert bir şekilde
karşılık bulması oldukça dikkat çekiciydi. Zira süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde Kılıçdaroğlu’nun etrafında kümelenen CHP
oligarşisi ve bu oligarşiden beslenen kesimler, seçimlerin kendiliğinden kazanılacağı düşüncesiyle Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığına yatırım yapıyor ve bu yatırıma yönelik en ufak bir itiraz, yine sahip olunan medya gücüyle oldukça sert bir şekilde pasifize ediliyordu.
Bunu takiben İYİ Parti ve bazı muhalif seçmen gruplar gibi Kılıçdaroğlu’nu ortak aday olarak görmek istemeyen ve adaylığını eleştiren, İmamoğlu veYavaş gibi alternatif isimlerin adaylığını destekleyen kesimler çeşitli suçlamalar ile itibarsızlaştırıldı. Hatta Akşener’in masadan kalkışı sonrasındaki üç günde yaşananlar ahlak hususunda olumsuz anlamda bir dersti. Ancak tüm bunlara rağmen ahlak üzerine kurulu bu çelişkili söyleme ne muhalif aktörler ne de muhalif kamuoyunu yönlendiren isimlerden güçlü bir itiraz geldi. Seçim sürecinde de gidişat farklı olmadı.
Diğer muhalif adaylar Muharrem İnce ve Sinan Oğan’a karşı yürütülen linç kampanyaları ve itibar suikastları devam etti. Seçim sürecinde
Recep Tayyip Erdoğan’ın gizli ortağı olarak suçlanan Ümit Özdağ ise ikinci turda makbul ortak oldu.
Hatta ikinci tur öncesinde Kılıçdaroğlu ile Özdağ arasında bakanlık paylaşımın yapıldığı gizli bir yazılı protokol bile yapıldı. Kılıçdaroğlu bu
konu hakkında ne CHP’li yöneticilere veya parti meclisine ne de ittifak ortaklarına haber verme ihtiyacı hissetti. Ayrıca özellikle küçük muhalif partilere ve bu partilerin seçmenine karşı oldukça saygısız bir girişim olarak yine muhalif seçmenin iradesini manipüle eden stratejik oy baskısı ortaya çıktı.
Seçim mağlubiyetinin ardından ise daha önce her türlü pozitif ajandayla muhalif kamuoyuna sunulan Kılıçdaroğlu’nun şahsında CHP ve
muhalefetin sözde ahlaki üstünlüğü hızlı bir şekilde yıkıldı. İstifa etmeyi reddeden Kılıçdaroğlu, seçimleri mağlubiyet olarak adlandırmayı bile reddetti ve hatayı kendinde bulmadı.
Kendisini eleştiren muhalif medya kuruluşlarıyla yaptığı fonlama anlaşmalarını iptal etti. Yine kendisini eleştiren kişileri partiden veya pozisyonlarından uzaklaştırdı.
Kongre sürecini başlatarak kendisi dışında tüm kesimleri değiştirirken delege seçimlerine müdahale etmeye başladı. Netice itibarıyla Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ile parti içi mücadeleye girişti ve “hırslarından arınmış genel başkan” partisinde de yenilerek en azından şimdilik kabuğuna çekildi.
Dolayısıyla Kılıçdaroğlu ve muhalefetin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı suçlamak için kullandığı otokrasi başta olmak üzere tüm negatif siyasi sıfatları aslında kendi siyasi karakterinde topladığı eleştirileri kendi destekçileri tarafından yüksek sesle dile getirildi.
CHP’NİN KURUMSAL ÇIKMAZLARI
CHP’de yalnızca Kılıçdaroğlu ile açıklanması mümkün olmayan bazı kurumsal problemlerin de olduğu gayet açık. Zira Kılıçdaroğlu 2010’dan bu yana yaşanan tüm seçim mağlubiyetlerine rağmen koltuğunu korumayı başarmış bir isim.
CHP de yine benzer şekilde 1970’lerden beri güçlü bir siyasi başarı yakalamaktan oldukça uzak. Ayrıca bu sorunlar yalnızca genel başkan
değişimi ile çözülebilecek türde değil.
Bu yüzden CHP’de lider değişiminin kapsamlı bir parti ve politika değişimine sebep olacağını düşünmek için en azından şu anda görünür
bir sebep bulunmuyor. Zira ne İmamoğlu ne de onun desteğini alan Özel’in partinin ideolojik ve yapısal krizlerini çözüme kavuşturması mümkün.
Bunun temel sebebi ise Kılıçdaroğlu’nun beğenilsin veya beğenilmesin halihazırda CHP’yi en çok değiştiren ve dönüştüren isim olmasıdır.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun yaptığı değişim dahi partinin tarihsel bagajları ve kurumsal sorunları sebebiyle çatışma içerisinde olan ve farklı eğilimlere sahip taban tarafından benimsenmemiştir.
Diğer bir ifadeyle Atatürkçü, seküler milliyetçi, sol liberal ve sol sosyalist şeklinde tanımlanabilecek, sanılanın aksine oldukça heterojen olan CHP tabanı, değişimi kendinden yana olmadığı müddetçe desteklememiştir. Dolayısıyla CHP’yi kendi partisi olarak gören bu farklı kesimlerin partiyi kendi ideal ve perspektiflerine göre şekillendirme mücadelesi bundan sonra da devam edecek ve değişimin sınırlarını belirleyecektir.
Öte yandan İmamoğlu veya Özel’in, Kılıçdaroğlu’nun prensip olarak doğru gördükleri ancak pratikte hatalı işlediğini düşündükleri süreci düzeltmesi, bu düzelmenin de belli bir değişim ve başarıyı beraberinde getirmesi mümkün. Kılıçdaroğlu’nun popülaritesini çok çabuk yitiren bir isim olmasına rağmen en azından partinin kısıtlı seçmen kitlesinin dışında şehirli muhafazakar seçmenler başta olmak üzere farklı seçmen gruplarına ulaşmayı denemesi oldukça önemliydi.
Bu doğrultuda Erdoğan karşıtlığında buluşabildiği diğer tüm siyasi aktör ve partilerle iş birliği yaptı. Farklı kesimlerin oyunu iş birliği yaptığı partiler vasıtasıyla kazanmayı amaçladı. Dolayısıyla iktidara gelmek için diğer muhalif partilerle iş birliği yapmak prensip olarak oldukça doğru bir yaklaşımdı. Ancak pratikte yapılan yanlış tercih ve taktiksel hataların dışında Kılıçdaroğlu, CHP’den umudunu çok çabuk kesti.
Partinin tarihsel bagajları ve negatif toplumsal algısını görünce CHP ile farklı toplumsal kesimlere ulaşamayacağını düşündü. Bu sebeple CHP yerine muhalefeti büyütmeyi siyasi strateji olarak tercih etti ancak bu strateji çöktü. Zira muhalefetin dinamosu olan CHP büyüyüp güçlenemediği için muhalefet de büyüyemedi ve sürekli olarak Erdoğan’ın gerisinde kaldı. (devam edecek-CHP’nin değişim için öncelikle radikal adımlar atması ve söz konusu kurumsal çıkmazdan kurtulması gerekmektedir)
***
Yazar hakkında