Batı Dışı Ekonomik Kalkınma Mümkün mü?
Diplomatik önceliklerin ve çıkar çatışmalarının arttığı dönemde Batılı finans kaynakları ülkelerin iktisadi kalkınma süreçlerine zarar verecek şekilde hareket edebilmektedir. Ayrıca Batılı şirketlerin Batı-dışı ülkelere yatırım yapma kararları siyasi mekanizmalarla yakından ilgilidir.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Deniz İSTKBAL, SETA Araştırmacı
Diplomatik önceliklerin ve çıkar çatışmalarının arttığı dönemde Batılı finans kaynakları ülkelerin iktisadi kalkınma süreçlerine zarar verecek şekilde hareket edebilmektedir. Ayrıca Batılı şirketlerin Batı-dışı ülkelere yatırım yapma kararları siyasi mekanizmalarla yakından ilgilidir.
Avrupa, Kuzey Amerika ve diğer gelişmiş ülkeler Batı dünyası olarak kabul edilir. Kuzey yarımküre ağırlıklı sistemsel tanımlama değer üretme, refahın varlığı ve beyaz adamın medeniyet anlayışını temsil eder. Bu değerler sistemi kendi içerisinde iktisadi kalkınmanın finansal ve teknolojik üstünlüğünü barındırır. Batılı ülkelerin başarı olarak tanımladıkları doğru şekilde lanse edilirken Batılı kültürel değerler bir üstünlük unsuruna dönüşür. 18. yüzyılın sonlarından itibaren kendini gösteren üstünlük yaklaşımı medeniyetin diğer milletlere götürülmesi şeklinde gelişim gösterdi. Batılı ülkeler farklı coğrafyalara giderek milletleri, kültürleri ve yaşam biçimlerini beyaz adamın sistemsel kabulleriyle değiştirmek istedi. İkinci Dünya Savaşı sonrası askeri olarak terk edilen bölgelerde beyaz adamın kültürel üstünlük kabulü statü göstergesi şeklinde kendine yer buldu. Kurumları, orduları ve zihinsel dünyaları Batılı düşünce sistemiyle inşa eden sömürgeci güçler zenginlikleri ise uzun yıllar önce kendi ülkelerine transfer ettiler. Örneğin İngiltere’nin 1750-1947 arası dönemde Hindistan’dan 20 trilyon dolarlık varlığı ülkesine transfer ettiğini tahmin edilmektedir. Ayrıca Hindistan’da yer alan tekstil altyapısını önemli ölçüde kendi lehine olacak şekilde geriletmiş ve ülkenin küresel ekonomiden aldığı pay yüzde 20’lerden yüzde 1’lere kadar gerilemiştir. Fransa’nın Batı Afrika ülkelerinde de benzer şekilde uzun yıllar iktisadi ve iş gücü olarak yararlandığı söylenebilir. Latin Amerika ve Karayiplerin de benzer bir tarihsel okuması vardır. İspanyol ve Portekiz kültürünü kabullenen yerli-karma halklar 1492-1815 arasında kendi kültür, kabul ediş ve düşünce biçimlerini değiştirmek zorunda kalmışlardır. Bunun bir sonucu olarak Batılıların dilleri birçok yerel halk dillerinin yerini almıştır. İktisadi ticarette de benzer bir durum yaşandı ve Sanayi Devrimi ile birlikte Batılı aktörler dünyanın sömürgeci devleri haline geldiler.
Finansal küreselleşme ve istemsiz bağımlılık
Refahın Batılı ülkelerde sömürgeleşme, sanayileşme ve teknoloji nedeniyle birikmesi kültürel üstünlük ve medeniyet getirme gibi olguları iktisadi alana taşıdı. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlıklarını kazanan birçok ülke kendi iktisadi altyapılarını geliştirmek için Batılı finansal kaynaklara ihtiyaç duydu. Örneğin Çin, Japonya, Tayvan, Güney Kore ve Singapur gibi Asya’nın gelişmiş ülkeleri Batılı kaynaklardan finansman sağladılar. Ticaretlerini de Batılı ülkelerle yaptılar. Teknolojik olarak üstünlüğe sahip Batılı aktörler kendi çıkarlarına uygun şekilde diğer ülkelerin gelişimine yardımcı oldular veya izin verdiler. Çünkü gelişen ticaret refahın artmasına ve iktisadi büyüklüğün dünya genelinde genişlemesine yardımcı oldu. İkinci Dünya Savaşı sonrası IMF, Dünya Bankası ve GATT gibi gelişen küresel finans kuruluşları ise mevcut finansal ilişkileri daha global hale getirdi. Bu kurumlar Batılı ülkelerin ekonomik ağırlıklarının ve finansal desteklerinin olduğu sistemsel bir bütünlük idi. Kredi veya desteklerin temel belirleyicisi Batı Bloğuyla ilişkilerin nasıl geliştiği iken Sovyet Birliği de benzer bir yaklaşımla finansal kaynaklarını farklı aktörler için kullanım şansı tanıdı. 1945-1991 dönemi için iktisadi kalkınma veya gelişme Batı-Doğu sistemiyle ilişkilerin yapısına bağlı olarak gelişim gösterdi.
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla dünyanın en başat aktörü haline gelen ABD ise yaşanılacak kalkınma girişimlerinde belirleyici bir rol üstlendi. IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlardan kredi sağlanması için desteğine ihtiyaç duyulan ABD ikili ilişkilerine göre ülkelerin kalkınmasına katkı sundu. Güney Kore, Japonya ve Tayvan gibi aktörler iktisadi kalkınma girişimlerinde ABD’den ciddi anlamda finansal ve fiziki destek gördüler. Örneğin Güney Kore’nin uluslararası kuruluşlardan kredi bulması ve yararlanması ABD öncülüğünde gerçekleşti. Tabii ki ülkelerin iktisadi kalkınmasında tek bir etmen bulunmazken Batı sisteminin küresel gücü ABD’nin desteği, ülkelerin gelişiminde önemli bir rol üstlendi. Finansal kaynakların Batılı diğer ülkelerde toplanmış olması ve özel şartlara bağlı olarak transfer edilmesi yeni bir bağımlılık türünü de ortaya çıkardı. Ekonomik kalkınmanın tamamlanması için en önemli girdilerden olan finansal kaynak, Batılı değerlerin kabulü ve düşünce sisteminin benimsenmesi olarak gelişim gösterdi.
Sistemden dışlanma ve sonuçları
Uluslararası ticarette dolar ve avro üzerinden ödeme yapılması geçerli bir kanun olmasa da gerekli olarak kabul edilir. Uluslararası ödemelerin yüzde 90’a yakını avro ve dolar olarak yapılır ve SWIFT sistemi aracılıyla el değiştirir. SWIFT sisteminin dışında kalınması halinde ise paranın ülkeye getirilmesi pek mümkün değildir. Günümüzde İran, Rusya, Venezüela ve Kuzey Kore gibi ülkelerin SWIFT sistemini tam anlamıyla kullanması ve ticaretini yaptıkları ürünlerin ödemelerini ülkelerine getirmeleri mümkün değildir. Yukarıda dile getirilen aktörler Batılı değerler sistemine muhalif hareketlerde bulunmuşlar ve küresel ticaretten dışlanmışlardır. Bunun bir sonucu olarak refah düzeyi yukarıda dile getirilen ülkelerde istenilen düzeyde değildir ve Batılı ülkelerle karşılaştırıldığında alım gücü, kişi başı gelir ve diğer alanlarda Batılıların belirgin bir üstünlüğü göze çarpar.
Ödemeler nasıl yapılacak?
Teknoloji üretme kapasiteleri de zayıf olan Batı ile diplomatik sorunları bulunan ülkeler için bir çıkış yolu var mıdır? Batılı ödeme sistemlerine ve para birimlerine karşı günümüzde birçok alternatif yaratılmaya çalışılıyor. Ancak küresel ölçekte etki edebilecek bir girişim henüz kurulabilmiş değil. Çin öncülüğünde Yuan’ın kullanım alanı genişlerken Çin de en büyük ticaretini Batılı ülkelerle yapıyor. Çin’in en fazla yatırım yaptığı veya Çin’e en fazla yatırım yapan ülkeler de Batılı aktörler. “Böylesine iç içe bir ticari sistemde Batılı ülkelerle ticaret gerçekleştirmeden üretilen ürünlerin satılması mümkün mü?” sorusu akla gelebilir. Fakat ödemelerin nasıl yapılacağı, finansın hangi kanallar üzerinden geleceği ve teknoloji transferinin nasıl gerçekleştireceği soru işaretleri olarak belirmektedir.
Batılı şirketlerin Batı-dışı ülkelere yatırım yapma kararları siyasi mekanizmalarla yakından ilgilidir. Kanuni altyapı eksikliği, yatırım güvenliği ve istikrar gibi konular firmaların yatırım yapma kararlarını etkilemektedir. Finansın, teknolojinin ve ticari imkanların Batılı ülkelerde olduğu bir süreçte şirketlerin siyasi kararla engelleme ihtimali de bulunmaktadır. Örneğin Türkiye’ye Almanya’dan yapılacak olan yatırımlarda hükümetin etkili olduğu ve siyasi anlaşmazlıkları öne sürdüğü görülmektedir. Benzer örnekleri Fransa, ABD ve İngiltere için de söylemek mümkündür. Bu perspektiften yaklaşıldığında siyasi ilişkilerin bozulması iktisadi alana yansımaktadır. Diplomatik önceliklerin ve çıkar çatışmalarının arttığı bir dönemde ise Batılı finans kaynakları ülkelerin iktisadi kalkınma süreçlerine zarar verecek şekilde gelişim gösterebilmektedir. Buradan hareketle şu soru bir sonuç olarak ortaya atılabilir. Batılı kaynaklara ihtiyaç duyulmadan iktisadi kalkınmasını tamamlayabilmiş veya devam ettirebilmiş ülkeler hangileridir?
***
Yazar hakkında