Körfez ile normalleşmeden ötesi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez seyahatinin ilk durağı Cidde’deyiz. Suudi Arabistan, Katar, BAE ve KKTC’yi içeren bu seyahatin ana gündemi ortak yatırımlar ve ticari faaliyetler. Ancak bu seyahatin ekonomiden daha fazlasına karşılık geldiği ve Türkiye- Körfez ilişkilerinde yeni bir döneme geçişin işareti olduğu söylenebilir.
Prof. Dr. Burhanettin DURAN & SETA Genel Koordinatörü
Geçen hafta Vilnis Zirvesi’nde İsveç kartını Türkiye-Batı ilişkilerini canlandırmak için yeni bir fırsata dönüştüren Erdoğan, bu hafta da Körfez ile normalleşmenin ötesine geçiyor. Son iki yılda Suudi Arabistan ve BAE ile arasındaki gerginlikleri bitiren Türkiye şimdi bölgesel anlamda çok boyutlu bir işbirliği hamlesine yöneliyor. Bu hamlenin çerçevesini Erdoğan, Atatürk Havalimanı’ndaki basın toplantısında “İslam dünyasında yaşanan krizler Körfez ile yakın istişare ve işbirliğini gerektiriyor” şeklinde ifade etti.
Dahası Körfez ile ilişkilerin derinleştirilmesini 2023 seçim beyannamesinde öne çıkardığı “Türkiye eksenini tahkim vizyonunun” ilk stratejik kuşağı olan “çevremizde bir barış, istikrar ve refah kuşağı oluşturma hedefi” ile irtibatlandırdı. Bu yaklaşım ikili ticaretten öteye geçerek karşılıklı yatırımları genişletmeden savunmaya, güvenlikten küresel-bölgesel meselelerde dayanışmaya varan bir düzleme işaret ediyor. Nasıl oldu da gerilimden normalleşmeye varıldı, oradan da çok boyutlu işbirliğine yürünüyor?
Türkiye’nin Körfez ile ilişkilerde iddialı adımlara yönelmesinde kuşkusuz uluslararası sistemdeki konjonktürel gelişmelerin ve buna bağlı karşılıklı normalleşme iradesinin etkisi var. Ortadoğu’dan kısmi çekilme ile Biden yönetiminin bölgede yeniden konumlanması birbiriyle yenişemeyen bölgesel güçlerin normalleşme arayışını teşvik etti. Ukrayna’daki savaşın getirdiği Batı- Rusya kapışması bölge ülkelerinin otonom politika geliştirme alanını genişletti. Bu alanı en etkili şekilde kullanan kuşkusuz Türkiye.
Erdoğan’ın lider diplomasisi söz konusu etkinliğin bir sebebi. Diğeri ise Türkiye’nin 15 Temmuz 2016 darbe girişimini bastırdıktan sonra ortaya koyduğu stratejik otonomi yaklaşımı. Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz hamleleri ile Türkiye gerektiğinde ABD, AB ve bazı Körfez ülkeleri ile gerilebileceğini göstermekle kalmadı.
Aynı zamanda bağımsız kararlar alabilme, blok siyasetinin dışına çıkabilme ve başarılı sert güç kullanabilme iradesi sergiledi. Katar ablukasının kırılmasındaki ve Karabağ zaferindeki rolü ile Türkiye, kendisi ile birlikte çalışmanın değerini diğer aktörlere hatta rakiplerine de gösterdi. Körfez başkentlerine dost ve müttefikliğine güvenilen aktör durumunda olduğunu hatırlattı. Böylece Türkiye, gerilim döneminde normalleşme, normalleşmeden çok boyutlu işbirliği çıkarıyor.
“Madem toparlayacaktık neden gerilim yaşadık” sorusunun kaçırdığı gerçeklik budur.
Vilnius Zirvesi’nde ABD ve AB ile ilişkilerin canlandırılması aşamasına geçilmesinin Körfez ile ilişkilerde yeni mesafeler alınmasına katkı verecektir. Bu katkı enerjiden savunmaya kadar birçok alandaki yeni yatırımlarla sınırlı kalmayacak. Önünde beş yıllık bir iktidar dönemi olan Erdoğan, Orta Asya, Kafkaslar, Körfez ve Afrika’da yapacağı yeni hamlelerle Türkiye’yi işbirliği, istikrar ve güvenliğe en çok katkı veren aktör haline getirme arzusunda. İşte bu Yeni Türkiye gerçekliğini doğru anlayarak mevcut fırsatı değerlendirmede Körfez ülkelerinin Batı’ya kıyasla daha başarılı olması sürpriz olmaz.
Nitekim, Erdoğan’ın Ukrayna savaşı sırasında yürüttüğü otonom ve aktif denge politikası bölgesel güçler nezdinde hem takdir gördü hem de örneklik teşkil etti. Meydan okumalar elbette olacaktır. Körfez’deki farklı aktörlerin çelişen rekabetlerinin yönetilmesi ve bölgesel işbirliği ikliminin tahkiminde Türk diplomasisine hayli görev düşecektir. Normalleşme dosyalarının arkasındaki isim olarak Dışişleri Bakanı Fidan’ın bu gündeme hızlı girdiği gözlerden kaçmıyor.