NATO’nun Genişlemesi ve Türkiye
ANKARA – TÜHA HABER / Rusya’nın Ukrayna işgaliyle birlikte Türkiye’nin jeopolitik ortamında yaşanmakta olan değişim Türkiye’nin dış ve güvenlik siyasetine dair önceliklerinde yeni bir hesaplamayı ve gözden geçirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Uzunca bir süredir Ortadoğu, Kuzey Afrika, Kafkaslar, Körfez ve Doğu Akdeniz ölçekli çok katmanlı karaktere sahip çatışmacı bir güvenlik ortamında yoğun bir rekabet içinde olan Türkiye, Ukrayna savaşının neden olduğu yeni dinamiklerle beraber yeni bir döneme girmektedir.
Bu dönemin ayırt edici özelliklerinin bazılarında netlik söz konusu olsa da bazı alanlarda henüz belirgin olmayan ve nereye evrileceği tam olarak kestirilemeyen yeni dinamikler söz konusudur. Her hal ve şartta, iki ana eksende giden bir dış ve güvenlik ortamının Türkiye’yi bir müddet yoğun bir diplomatik ve askeri tempoya sokacağını söyleyebiliriz.
ORTADOĞU’DA NORMALLEŞME
Bu eksenlerden ilkini, Ortadoğu ölçekli normalleşme süreci oluşturmaktadır. Sorunsuz ama yavaş ilerleyen bölgesel normalleşme süreci, Türkiye’nin bir müddettir dış politikasında Ortadoğu ülkeleri ile daha uyumlu görünebilecek bir stratejik ortamın oluşmasını sağlayacaktır. Birleşik Arap Emirlikleri ile normalleşmenin ikili ilişkiler üzerinden çerçevelenen ekonomik ve siyasi bir bağlama oturtulduğu ancak jeopolitik bağlamının henüz açık olmadığı anlaşılmaktadır. İkili ilişkilerin ana ekseninin ekonomi olduğu; siyasi düzeyde ise iki başkent arasında karşılıklı olarak bir söylem değişimine gidildiği görülmektedir. Ancak Libya, Suriye ve Doğu Akdeniz gibi sahalarda BAE ile Türkiye arasında jeopolitik bir uzlaşı henüz pekişmemiştir. Suudi Arabistan ile yürütülen normalleşmenin de ekonomik ayağının siyasi ayağından daha güçlü olduğu ancak Libya, Suriye, Irak ve Körfez sahalarında bir uyumun henüz oluşmadığı anlaşılmaktadır.
İsrail ile Türkiye arasındaki normalleşmede ise psikolojik sınırların yavaş yavaş aşıldığı ancak kapsamlı bir normalleşmenin hayata geçirilmesinin zaman alacağı görülmektedir. Özellikle, İsrail iç siyasetinde yaşanacak muhtemel gelişmeler ve hatta Netenyahu’nun yeniden iktidara gelme ihtimalinin bu normalleşme sürecini akamete uğratması riski de ihtimaller arasında yer almaktadır. Mısır-Türkiye normalleşme sürecinde ise beklenen adımlar bir türlü atılabilmiş değildir. Bir bütün olarak Türkiye’nin Ortadoğu ölçekli normalleşme sürecini bir politika olarak benimsediğini ve bu sürecin devam ettirileceğini öngörebiliriz.
NATO-RUSYA REKABETİ
İkinci ekseni ise Ukrayna savaşıyla birlikte gündeme gelen Avrupa güvenlik mimarisi, NATO’nun genişlemesi ve Rusya’nın devam eden savaşı oluşturmaktadır. Ukrayna Savaşı öncesinde, öznesi Avrupa Birliği olan daha müstakil bir güvenlik ve savunma mimarisi oluşturmayı hedef olarak belirleyen Avrupa, Rusya’nın revizyonist gerekçelerle ortaya çıkardığı yeni oldubitti nedeniyle kendi içinde NATO’yu özne olarak yeniden konumlandırmak zorunda kalmıştır. NATO’nun bundan sonra Avrupa’nın yeni savunma ve güvenlik mimarisinin belkemiğini oluşturacak olması, Avrupa’nın kendisini daha bütünsel bir jeopolitik özne olarak konumlandırdığı ancak bu öznenin savunma mimarisini eskiden olduğu gibi yeniden ABD’ye havale etmek zorunda kalacağı yeni bir durum oluşturmaktadır.
NATO’nun agresif genişleme politikası benimseyerek İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin gündeme gelmesi, Haziran ayındaki Madrid zirvesinde Rusya’ya yönelik iki ayaklı (caydırıcılık ve diyalog) politikasından vazgeçilerek Rusya’nın dizginlenmesi ve çevrelenmesi politikasına geçiş yönünde bir stratejik anlayışın benimsenecek olması, Çin’in daha net olarak sistemik bir meydan okuma (siyasi, ekonomik ve askeri) olarak tarif edilecek olması, bir taraftan Avrupa’yı jeopolitik bir özne olarak yeniden tarif ederken aynı zamanda Avrupa’yı daha kısıtlayacı ve rekabetçi bir güvenlik ortamının parçası haline getirmektedir. Bu durum ister istemez sistemik güç rekabetinde Avrupa’nın, ABD tarafından taşınacağı ancak Rusya’ya karşı da daha savunmacı şekilde konumlandırılacağı bir sonuç üretecektir. Eğer NATO Finlandiya ve İsveç’i de içine alarak genişlemeyi başarırsa Baltıklardan en güney alt kanada kadar uzanan bir hat üzerinde uzun müddet sürecek NATO-Avrupa-Rusya rekabetinin yaşanması söz konusu olacaktır.
NATO’nun agresif genişlemesi ise Rusya’yı Ukrayna üzerinden yeniden hesap yapmaya zorlamaktadır. Ukrayna’nın NATO üyeliğini engellemek ve ülkeyi Rusya’nın uydusu haline getirmek isteyen Putin şimdi Finlandiya ve İsveç ile beraber Ukrayna’da elindekilerle yetinmekle kalmak yerine daha fazla toprak kazanımı elde edeceği bir strateji üzerinde hesaplar yapmaktadır. Putin Ukrayna’da ya başarısız olarak Rusya’yı daha fazla zayıflatacak ya da Donbas’ın tamamen kontrolü sonrasında Ukrayna’nın Karadeniz’e kapalı bir ülke olmasını sağlayarak maliyetli de olsa stratejik bir direnç alanını kendine inşa etmiş olacaktır.
Eğer Putin istediğini elde ederse bu Soğuk Savaş sonrasında oluşan statükonun bozulması anlamı taşıyacak ve Türkiye’nin yeni denklemde kendisini yeniden konumlandırmasını zorunlu kılacaktır.
TÜRKİYE’NİN YENİ DIŞ POLİTİKASI
Türkiye’nin dış politikasında yeniden konumlanmakta olduğu bu dönemde; stratejik ortamının nasıl şekilleneceği, Batı ve Rusya ile olan ilişkilerin nasıl yeniden formüle edileceği önemli sorular olarak ortaya çıkmaktadır. Stratejik ortamın, NATO-Rusya ve Avrupa-Rusya çatışmasından dolayı yeni bir biçim alacak olması daha rekabetçi bir güvenlik ortamının oluşmasına neden olabilir.
Böylesi bir ortamda, eğer Rusya karşısında Transatlantik eksen içinde Türkiye’nin çeperde yer alan bir aktör olarak konumlandırılması söz konusu olursa, yeni dış politikanın Batı ile Türkiye arasında gerginliğin derinleşmesi ihtimali üzerine dizayn edilmesi gerekir. Bu ihtimal yerine Türkiye’nin daha etkin olduğu bir güvenlik ve savunma mimarisi söz konusu olursa o halde Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir değişim söz konusu olabilir. Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya üyelikleri bağlamında güvenlik önceliklerinin dikkate alınması halinde, Türkiye-Batı ilişkilerinde işbirlikçi bir güvenlik ve dış politika ilişkisinin oluşması mümkün olabilir. Bu durum özellikle Türkiye’ye Suriye’den kaynaklı tehditleri minimize etmesi için alan açacağı gibi, NATO’nun “güneydeki istikrarsızlıklarla” baş etmesi bakımından Türkiye’nin önemini daha da arttırabilir. NATO’nun güneyi meselesi, özellikle yeni stratejik konseptin önemli öncelikleri arasında olacağı için de buradaki hibrit tehditlere yönelik hibrit kabiliyetlerin arttırılması bağlamında Türkiye’nin öne çıkmasını sağlayacaktır.
Rusya ile Ukrayna savaşı sonrasında oluşacak sonuçlara bağlı olarak yeni bir ilişki modelinin hayata geçirilmesi ise olasılıklar arasında yer almaktadır. Bu noktada kilit Suriye gibi görünse de gerçekte asıl mesele Karadeniz’deki statükonun bozulması riskidir. O nedenle Rusya’nın Donbas sonrasında durdurulması ve daha fazla toprak kazanımı elde etmesinin engellenmesi Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almalıdır. Eğer Rusya, Donbas ile sınırlı kalır ve İsveç ile Finlandiya nedeniyle askeri gücünü bu bölgelere kaydırırsa o zaman Türkiye’nin Suriye’de Rusya’dan dolayı hissettiği askeri ve siyasi baskının azalması söz konusu olabilir. Baskının azalması halinde ise Türkiye’nin Suriye’de güvenlik risklerinin yönetimi daha da kolaylaşabilir. Elbette bu noktada İran’ın Suriye’de artacak etkisinin Türkiye için tehdit olabileceğinin altını çizmek gerekmektedir.
Mevcut resim, Türkiye’nin Suriye’de yeni bir adım atması için uygun bir konjonktürün oluştuğuna işaret etmektedir. Suriye’de zamanlı bir şekilde güvenli bölgelerin genişletilmesi halinde daha uygun bir stratejik denklemin oluşması, Türkiye-Batı ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin daha esnek dizayn edilmesi söz konusu olabilir.
[TÜHA Haber Ajansı, 04 Haziran 2022]