Son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon, “Sığınmacılar meselesini kaynağında çözmeliyiz”
ANKARA – TÜHA HABER / Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon DW Türkçe’ye Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılara ilişkin tartışmaları değerlendirdi. Önhon’a göre, dönüş için Suriye’de şartların oluşturulması gerekiyor.
Türkiye dünyada en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülke. Afganistan ve diğer bazı ülkelerden gelen sığınmacıların yanı sıra resmi rakamlara göre şu anda Türkiye’de yaklaşık 3,7 milyon Suriyeli yaşıyor.
Son günlerde iç siyasette tansiyonun artmasına da neden olan sığınmacılar meselesi için iktidar da tutum değişikliğine giderek, güvenli bölgelere gönüllü dönüş içinyeni bir proje hazırladığını duyurdu. Bu arada muhalefet de iktidarın Türkiye’yi “Avrupa’nın göçmen havuzu” yaptığını belirterek, sorunun çözümü için Şam yönetimi ile görüşülmesi gerektiğini söylüyor.
Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi, Emekli Büyükelçi Ömer Önhon sığınmacılar meselesini ve Suriye ile ilgili son durumu DW Türkçe’ye değerlendirdi.
DW Türkçe: Son dönemde Türkiye’deki en önemli meselelerden birisi Suriyelilerin de içlerinde olduğu sığınmacılar konusu. Siz Dışişleri Bakanlığı’nda Ortadoğu ile ilgili önemli görevler üstlendiniz ve Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi’ydiniz. Suriye’deki son durumu ve bu kapsamda sığınmacılar meselesini nasıl analiz edersiniz?
Ömer Önhon: Suriye’nin nüfusu savaştan önce 23 milyondu. Bugünkü nüfusu ise kala kala 12-13 milyon kaldı. 8 milyon insan yurt dışına gitti, büyük kısmı da Türkiye’de ve komşu ülkelerde, Avrupa’da da biraz var. Ülkemizde resmi rakamlara göre 3,7 milyon Suriyeli yaşamakta ve statüleri de geçici koruma altındaki kişiler. Yani buraya mülteci başvurusunda bulunamazlar, kalıcı olarak ülkede kalamazlar, kendi ülkelerindeki şartların gidişatına göre ülkemizde süreli bir kalışları var. Ne zaman ki Suriye’de şartlar düzelir, o zaman bu kişiler de kendi ülkelerine döneceklerdir, anlayış bu. Ama tabi ki bu geçiciliğin zaman dilimi nedir, onun üzerinde tartışmalar olduğunu görüyoruz. 11 yıl oldu şimdiye kadar.
Suriye sorununun (Türkiye için) biri güvenlik biri de sığınmacılar olmak üzere iki boyutu var temelde. Güvenlik açısından bir başarı var aslında. PKK’ya karşı verilen mücadele ve örgüte sınır ötesinde ciddi darbeler vurabilmeyi başarı hikayesi görebiliriz. Ama sığınmacılar konusunda bir başarı hikayesi göremiyorum doğrusu. Aksine ortada bir karmaşa var. Bir kere ciddi bir söylem çeşitliliği var. Bir gün ‘kırmızı çizgimizdir’ diyoruz, sonra Ensar diyoruz, başka bir gün ‘gidecekler’ diyoruz. Muhalefete baktığımızda tutumları aslında daha net; ‘biz iktidara geldiğimizde 1-2 sene içinde Suriyelileri ülkelerine gönüllü olarak geri göndereceğiz’ diyorlar. Peki ‘nasıl yapacaksınız?’ diye sorulduğunda ise ‘Esad ile konuşarak yapacağız’ diyorlar. Bu doğrusu beni rahatlatan, iyi bir plan olarak gözükmüyor. O kadar kolay olsaydı, inanın ki bu yapılabilirdi muhtemelen.
Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Onhon Fotoğraf: privat
Peki sığınmacılarla ilgili olarak Suriye ile masaya oturmayı neden kolay görmüyorsunuz?
Birincisi yurt dışına çıkan Suriyelilerin büyük kısmı muhalif. Esad zaten ülkeye daha yeni yeni hakim olmaya başlamış, hatta bundan da tam emin değil, bu kadar çok sayıda muhalifin yeniden ülkeye gelmesini arzu eder mi? İkincisi ülke ciddi ekonomik sıkıntı içinde. Bir anda birkaç milyon Suriyelinin geri dönmesi demek, beslenecek ve iş bulması gerekilecek birkaç milyon insan demek. ‘Hadi dönelim’ demekle de dönüş süreci tamamlanmıyor. O sürecin şartlarının oluşturulması gerekir. Ama o şartlar oluşmamış. Ne muhalefetin dediği gibi ‘gider görüşürüz ve geri göndeririz’ o kadar kolay, ne de ‘briket evler yapıyoruz, gönderebiliriz’ o kadar kolay. Geri dönüşün gerçekçi olabilmesi için oradaki şartların uygun olması gerekir. Yani oraya gittiğiniz zaman tutuklanmayacağınızı, öldürülmeyeceğinizi, hapse atılmayacağınızı, ortadan kaybolmayacağınızdan emin olmanız lazım. Çocuğunuza okul, size ev ve iş lazım. Bunların hiçbiri yokken gider misiniz? Evet şimdi Türkiye’de siyasi bir tartışmanın konususunuz ama en azından hayatınız tehlikede değil, sağlık ve eğitim sistemine erişiminiz var, iyi kötü bir işiniz var, iyi kötü kazanıyorsunuz. Gider misiniz? Gitmezsiniz tabi o şartlar oluşmadan. Dolayısıyla benim gördüğüm maalesef bu konu insani bir konu olması gerekirken tamamen siyasi bir konu olarak önümüze çıkıyor. Bu beni kaygılandırıyor doğrusu. Toplumda zaten derin görüş ayrılıkları var ve bu konuda da kamplaşmaya gitmek olmaması gereken bir şey.
Sığınmacılar meselesi ile ilgili olarak Avrupa’ya da duyulan bir kızgınlık ve tepki var. Türkiye’nin Suriye ile Avrupa arasında bir tampon bölge yapıldığı eleştirileri çok yoğun. Avrupa’nın tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada kızmamız gereken Avrupa mı yoksa kendimiz miyiz? Sonuçta AB etrafına görünmez bir duvar ördü ve o duvarı da maalesef Ege Denizi’nden başlattı. Oradan içeriye sığınmacı akını olmaması için bütün tedbirlerini aldı. Bu durumda Türkiye de Suriye ile AB sınırları arasında bir bölge olarak bütün Suriyeli sığınmacıların gelip toplandığı bir yer haline geldi. Evet biz çok haklı olarak Avrupalılara bu konuda sitem ediyoruz. Çünkü bu sığınmacı meselesi o kadar büyük bir mesele ki, o kadar ağır bir konu ki, imkanları ne olursa olsun dünyada hiçbir ülkenin en güçlü ekonomiye sahip ülkeler dahil, tek başına başa çıkabileceği bir konu değil. Mutlaka işbirliği ve herkesin elini taşın altına koyması lazım. Ama elini taşın altına koyan ülke pek olmadığını gördük. İlk başta sahile vuran bebek cesetleri çok konuşuldu, etki yaptı, ama tesiri de çok kısa sürdü. AB başka konulara eğilmeye başladı. Karşılıklı olarak ithamların yanı sıra yine bir işbirliği oldu tabi, hiç yoktan iyidir ama beklediğimiz noktada olmadı. Son dönemde özellikle bu Suriyeliler konusu çok büyük oranda yine Türkiye’ye kaldı.
Ukrayna krizi de çıktı, 5 milyon insan da oradan kaçtı. Şu anda dünya da bunlardan hangisine yardım edeyim diye bir şaşkınlığa düştü. Yani dünyadaki tek kriz Suriye değil, Ukrayna da değil, Myanmar var, Afrika var, dünyanın pek çok yerinde ciddi sıkıntılar var. Ama bağışçılar aynı. Hangi birine nasıl yetişilecek, işin bir de bu boyutu var. Önümüzdeki dönemde nasıl bir yol buluruz bilemiyorum ama bu işi mümkün olduğu kadar sakin ve suhuletle halletmek gerekir. Çünkü hassas bir konu, toplumsal düzeyde hassasiyetlere ve yeni kamplaşmalara yol açabilecek bir konu. Bu noktaya gitmememiz lazım.
Bu üç günlük siyasetle yürütülecek bir iş değil. Planınız, programınız olması lazım. Bu planın da o günün ihtiyaçlarına göre değil uzun vadeli olması gerekir.
Suriye’deki iç savaş ve ardından yaşanan göçün ilk dönemlerinde Türkiye bu kadar yüksek sayıda bir sığınmacı bekliyor muydu? Sayın Davutoğlu’nun dediği bir 100 bin rakamını hatırlıyoruz.
Biz bu Suriye krizi ilk başladığı zaman değerlendirmelerimizi ve krizin devamı halinde Türkiye’yi bekleyebilecek riskler, tehditler neler olabilir diye çalışma yaptık. Bunların başında gelen konulardan birisi de krizin büyüyüp savaşa dönüşmesi halinde Türkiye’ye ve komşu ülkelere yönelebilecek bir sığınmacı akınıydı. Savaş uzadıkça sığınmacı meselesi çok büyük sorun olabilir diye o günlerde uyarılarımızı yaptık. Kendimize göre hazırlıklarımızı da yaptık aslında ama zaman içinde olaylar o kadar fazla gelişti ki yapılan hazırlıklar bir süre sonra yetersiz kalmaya başladı. Günlük gelişmeler içinde de bir ara ipin ucu kaçtı diye düşünüyorum.
İçişleri Bakanlığı’nın yeni bir plan hazırladığı ve güvenli bölgelere 1 milyon kadar sığınmacının gönderileceği belirtiliyor. Ancak bu planın detayları henüz net değil. Siz bu bahsi geçen projeyi nasıl görüyorsunuz?
Nihai amaç tabi ki Suriyelilerin gönüllü şekilde ülkelerine dönmelerinin sağlanması. Bunun için de şartların oluşturulması gerekiyor. Öngörülen bu proje olsa olsa geçici bir ara çözüm olabilir, kalıcı bir çözüm değil. Zaten başkasının toprağında uzun süreli olarak ‘ben böyle bir düzenleme öngörüyorum’ diyemezsiniz. Bu şu anda kendi açımızdan aldığımız bir tedbir. Anladığım kadarıyla güvenli bölgelerdeki dört ayrı şehirde 13 yerleşim birimi ve briket evler, yaşam alanları, hastaneler, pazar yerleri vs. kuruluyor. Fakat tabi burada açıklığa kavuşturulması gereken pek çok şey var. Bir milyon kişiyi nasıl ikna edeceksiniz, kimler gönderilecek, Suriye’nin hangi bölgesinden gelenler gidecek? Projeyle ilgili daha açık olmak lazım.
Muhalefet sığınmacılar meselesini Suriye yönetimi ile çözmeyi vaat ediyor. Bu arada da Türkiye ile Suriye arasında bir süredir bazı görüşmelerin yapıldığına ilişkin haberler var. Bu görüşmeleri nasıl yorumluyorsunuz, sonuç alınabilir mi?
Şunu göz ardı etmemek lazım; sığınmacılar meselesi ile ilgili ortada çok ciddi bir mesele var ama bunun kaynağı Türkiye değil, bu meselenin kaynağı Suriye. Dolayısıyla meselenin kaynağından bir işbirliği olmadan meseleyi çözmek çok zor, eksik kalır ve sürdürülebilir olmaz. Ama bunu söylerken tabi ki şunu kastetmiyorum, Esad kimyasal silah kullanan bir adam, hapishanelerde yaptıkları falan… onları hiçbir şekilde göz ardı etmiyoruz. Ondan bağımsız olarak bir şekilde Şam ile temas halinde olmak lazım sığınmacı meselesi çözülecekse. Ama ben Şam’ın buna şu sırada yanaşacağını pek zannetmiyorum. Görüşme konusunda ise basında da yayınlandı, istihbarat teşkilatları arasında bir iki görüşme olduğu hatta son zamanlarda yine yapıldığı söyleniyor. Ama belli ki daha kat edilecek çok mesafe var eğer görüşme oluyorsa bile. Aksi takdirde çok daha somut bir şekilde duyardık diye düşünüyorum. Ama sonuçta bu meseleyi kaynağında çözemezsek o meseleyi çözmüş varsayamayız, kaynak da Suriye.
Haber, söyleşi : Gülsen Solaker
Haber, değiştirilmeden kaynağından otomatik olarak eklenmiştir
TÜHA Haber Ajansı, 10 Mayıs 2022]