Sosyal Medyadaki Filistin Sansürünün İşaret Ettiği Tehlikeler
Meta’nın Tahran’da uğradığı suikast sonucu hayatını kaybeden Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye’yi anmak isteyen kullanıcıların paylaşımlarını engellemesi gözleri bir kez daha sosyal medyadaki Filistin sansürüne çevirdi.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Türkiye’nin saygın, güvenilir Ankara merkezli bir düşünce kuruluşu olan SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’ndan Araştırmacı-Yazar Mert Hüseyin AKGÜN, “Sosyal Medyadaki Filistin Sansürünün İşaret Ettiği Tehlikeler” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Meta’nın sahibi olduğu Instagram’ın Malezya Başbakanı Enver İbrahim’in Heniyye ile görüşmesine dair paylaşımını kaldırması ve Facebook’un Diyanet İşleri Başkanlığı hesabının canlı yayınladığı “gıyabi cenaze namazı” videosunu kaldırıp hesaba yayın yasağı getirmesi şikayetler arasında öne çıkıyor. Esasen Filistin konusundaki Batı kaynaklı susturma ve yok sayma politikası yalnızca sosyal medyada yaşanmadı. Akademiden siyasete, basından spora pek çok alanda otoritelerin ciddi baskıları söz konusu. Pek çok irade açıklaması kolayca antisemitizm suçlamasıyla karşılaşabiliyor.
7 Ekim sonrasında İsrail ordusunun Gazze’deki saldırılarında en az 39 bin 480 Filistinli hayatını kaybetti. Üstelik saldırılar Gazze ile de sınırlı kalmadı. Hamas’ın değil FKÖ’nün hakim olduğu Batı Şeria’da 143’ü çocuk olmak üzere 569 Filistinli öldürüldü. Bu, Batı Şeria’da bile her iki günde bir çocuğun yaşamını yitirdiği anlamına geliyor.
Bu ayrım gözetmeyen şiddet vicdan sahibi insanlarda büyük bir infiale yol açtı. Neticede bugünün en önemli kitle iletişim aracı olan ve 5 milyardan fazla kullanıcıya sahip[1] sosyal medya platformları doğal olarak sivil ölümlere karşı reaksiyonun ifade aracı haline geldi. Öte yandan özellikle Batı dünyasındaki müesses nizam dikkate alındığında Filistin’e destek vermek ya da İsrail’i eleştirmek akıntıya karşı yüzmeye benziyor. Dolayısıyla televizyon, radyo ve gazete gibi geleneksel medya organlarında Filistin meselesinin dile getirilmemesi hiç de şaşırtıcı değil.
Bu noktada sosyal medyanın dengeleri değiştiren ve daha az kontrol edilebilen bir unsur olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Teorik olarak son derece demokratik ve haber alma özgürlüğü açısından da pratik bir kurumdan söz ediyoruz. Bu potansiyeli nedeniyle konvansiyonel medyadaki karartma ve manipülasyon uygulamalarının sosyal medyaya taşınmak istenmesi de doğal.
Nihayetinde sosyal medya mecralarında da Filistin’e desteğin sansüre uğradığı ve siyasi önceliklerin devreye girdiği görülüyor. Kimi sosyal medya şirketleri kendilerini İsrail hükümetinin politikalarına göre hizalandırıyor. Nitekim İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) kendisine yapılan bildirimleri temel alan Aralık 2023 tarihli raporlama çalışması Instagram ve Facebook’ta paylaşılan ve Filistin’i barışçıl bir şekilde desteklediği tespit edilen 1.049 gönderinin Meta tarafından haksız şekilde sansürlendiğini ortaya koydu.[2]
İki Temel Tehlike
Filistin’i destekleyen içeriklere yönelik sistematik sansürün işaret ettiği iki temel tehlike var. Birincisi büyük ölçekli sosyal medya mecralarının ifade özgürlüğünü siyasi tercihleri uğruna ihlal etmesi. Günün sonunda bu platformlara hakim olanın doğrularını kitlelere dayatması söz konusu olabiliyor. Sansür, insanların siyasi davranışlarına yön vererek daha homojen toplumlar oluşturulması riskini içeriyor. Bu durum ise çoğulcu topluma dayanan modern demokrasi için ontolojik bir sorun. Sonuçta sosyal medya ironik biçimde antidemokratik bir fonksiyon üstlenebiliyor.
Sosyal ağ sağlayıcıları için bir ihracat pazarı konumunda olan Türkiye gibi ülkeler açısından çok önemli ikinci tehlike ise bu küresel şirketlerin faaliyet gösterdiği devletlerin iç hukuk düzenlerine yani egemenliklerine tabi olmakta isteksiz davranması. Şüphe yok ki hiçbir egemen devlet kendi yetki alanında faaliyet gösteren bir tüzel kişi tarafından edilgen bir konuma düşürülmeyi kabul etmez.
Diğer taraftan bugün Filistin konusundaki sansürün yarın doğrudan Türkiye’yi ilgilendiren bir konuda söz konusu olmayacağını ya da Donald Trump’ın X hesabının kapatılması gibi bir hadisenin seçim kampanyası sırasındaki Türk siyasetçileri için yaşanmayacağını kimse garanti edemez. İnsan müdahalesi olmadan algoritmalar aracılığıyla bazı içeriklerin görünürlüğünün düşürülmesi ve öne çıkarılması ile kullanıcıya rafine bir içerik sunulması da manipülasyonun tehlikeli boyutlara varmasına yol açabiliyor. Ayrıca yaygın şiddet olayları gibi acil müdahale gerektiren kriz durumlarında sosyal medyanın kamu güvenliği için önemli bir tehdit kaynağı haline geldiği de göz ardı edilmemeli.
Burada sosyal ağ sağlayıcılarının ulusal düzenleyici nezdindeki şeffaflığı ve hesap verebilirliğinin artırılması yönünde önemli bir adım olarak 13 Ekim 2022’de kabul edilen 7418 sayılı Kanun’un 34. maddesinde getirilen şu düzenlemelere değinmek gerekir:
“Sosyal ağ sağlayıcıların Kuruma sundukları raporlar; başlık etiketleri, öne çıkarılan veya erişimi azaltılan içeriklere ilişkin algoritmalarına, reklam politikalarına ve şeffaflık politikalarına ilişkin bilgileri de içerir. Sosyal ağ sağlayıcı hesap verebilirlik ilkesine uygun şekilde hareket etmek, Kanunun uygulanmasında şeffaflığı sağlamak, Kanunun uygulanmasına ilişkin gerekli tüm bilgi ve belgeleri Kurum tarafından istenildiği zaman Kuruma vermekle yükümlüdür. Sosyal ağ sağlayıcı kullanıcılarına eşit ve tarafsız davranmakla yükümlü olup Kuruma sunulacak raporda bu hususa ilişkin alınan tedbirlere de yer verilir. Sosyal ağ sağlayıcı, bu Kanun kapsamındaki suçlara ilişkin içerikler ile başlık etiketlerinin yayınlanmamasına ilişkin kendi sistem, mekanizma ve algoritmasında Kurumla iş birliği halinde gerekli tedbirleri alır ve bu tedbirlere raporunda yer verir. Sosyal ağ sağlayıcı, kullanıcılara öneriler sunarken hangi parametreleri kullandığına internet sitesinde açık, anlaşılır ve kolaylıkla ulaşılabilir şekilde yer vermekle yükümlüdür.”[3]
Bilhassa sektörü domine eden platformların gündelik hayatın ve hatta basın, siyaset ve e-ticaret gibi alanlarda çalışanlar için mesleki uğraşın bir parçası haline gelmelerinin onlara düzenleyiciler karşısında bir avantaj kazandırdığı görülüyor. İnternetin sağladığı teknik esneklikler, yetersiz rekabet ve pazar hakimiyetine dayanan tüzel kişilerin devletle bir iktidar mücadelesine girişmesine mukabil devletin kendi hukuk düzenini korumak için sonuç alıcı bir strateji geliştirmesi kaçınılmaz. Kademeli, ölçülü, etkili, resen yargı denetimine tabi ve şeffaf bir müeyyide sistemi de bu stratejinin parçası olmalı.
Ayrıca idari denetim ve adli takibata ek olarak parlamenter gözetimin de etkili şekilde işletilmesi gerekir. 2020’de kurulan Meclis Dijital Mecralar Komisyonu bu konuda önemli bir zemin olabilir. Daha uzun vadeli bir yasama reformu kapsamında ise Meclisteki ihtisas komisyonlarına zorla getirme yetkisi de tanınarak Dijital Mecralar Komisyonunun sosyal medya konusunda hesap verebilirliği ve demokratik kontrolü güçlendirmesi sağlanabilir. Şüphesiz platform temsilcilerinin yanı sıra idari düzenleyicilerin de Dijital Mecralar Komisyonu nezdinde kamuoyunu mutat şekilde bilgilendirmesi şeffaflık adına etkili bir yoldur.
Tüm bunların yanında devletin egemenlik mücadelesi verirken bilimsel ve kültürel ilerlemenin, hak ve adalet arayışının temeli olan ifade hürriyetini önceliklendiren bir perspektifle hareket etmesi ve “hakkın özüne dokunmama” gibi sınırlandırmanın sınırlarını gözetmesinin anayasal demokrasi için ön koşul olduğu da vurgulanmalıdır. Devletin egemenliği ve kamu düzeni ile ifade hürriyeti, hukuk devletinin gerekleri ve diğer kişi hak ve özgürlüklerini bağdaştıracak bir çerçeve içinde hareket edilmesi elzemdir.
[1] “Digital 2024 Global Overview Report”, Meltwater | we are social, (Erişim tarihi: 7 Ağustos 2024).
[2] “Meta’s Broken Promises”, HRW, 21 Aralık 2023, (Erişim tarihi: 7 Ağustos 2024).
[3] “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”, Resmi Gazete, 18 Ekim 2022, (Erişim tarihi: 7 Ağustos 2/24).