Suriye Üzerinde Kesişen Stratejiler: Türkiye ve İsrail Arasında Gerilim

* Orta Doğu’nun istikrarsız yapısı içinde Suriye, uzun yıllardır bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmalarının sahnesi olmayı sürdürmektedir. Türkiye ve İsrail, bu çatışmalı tabloda farklı güvenlik öncelikleri ve stratejik hedeflerle sahada yer almaktadır.
*Detayı haberimizde!…
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar Derneği (UDİAD) Orta Doğu Araştırmaları Merkezi konuk yazarlarından Ahmet MEMİŞ, UDİAD için kaleme aldığı “Suriye Üzerinde Kesişen Stratejiler: Türkiye ve İsrail Arasında Gerilim” başlıklı yazısını TÜHA Haber’e değerlendirdi.
UDİAD Yazarı Ahmet MEMİŞ, son dönemde İsrail’in, özellikle İran destekli milis hedeflerine karşı Suriye topraklarında düzenlediği hava saldırılarında gözle görülür bir artış yaşandığını belirterek, bu saldırıların, İran’ın Suriye’deki varlığına karşı yürütülen sistematik bir güvenlik stratejisinin parçası olarak değerlendirildiğini açıkladı.
Aynı dönemde Türkiye’nin, sınır güvenliğini sağlamak ve terör tehdidini bertaraf etmek amacıyla Suriye’nin kuzeyinde askeri varlığını kalıcı hâle getirmeye yönelik adımlar attığını söyleyen MEMİŞ, “hatta zaman zaman yeni bir askeri operasyon ya da tampon bölge kurma isteğini açıkça dile getirmektedir” dedi.
Ahmet MEMİŞ, İki ülkenin bu paralel ama çelişen hamlelerinin, Suriye sahasında dolaylı bir gerilim hattı oluşturduğunu hatırlatarak, bu makalenin de, Türkiye ve İsrail’in Suriye politikalarının, bu politikalar doğrultusunda sahadaki olası çatışma noktalarını ele almayı amaçladığını aktardı.
Türkiye’nin Suriye Politikası
Türkiye’nin, 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’nın başından bu yana hem güvenlik hem insani hem de siyasi boyutlarıyla aktif bir politika yürüttüğünü ifade eden UDİAD Yazarı Ahmet MEMİŞ, “Ankara’nın öncelikli hedefi, güney sınırlarında terör örgütü PKK/YPG’nin varlığını engellemek, sınır güvenliğini sağlamak ve yeni göç dalgalarını önlemektir. Bu amaçla Türkiye, Fırat Kalkanı (2016), Zeytin Dalı (2018), Barış Pınarı (2019) ve Bahar Kalkanı (2020) harekâtlarını düzenleyerek Suriye’nin kuzeyinde fiili bir güvenli bölge oluşturmuştur” değerlendirmesinde bulundu.
Ahmet MEMİŞ, bununla birlikte Türkiye’nin, Suriye’deki siyasi geçiş sürecinde de etkin rol almak istediğini, Astana Süreci gibi diplomatik platformlarda yer alarak hem Esad rejimiyle ilişkileri hem de muhalif grupların geleceğini yönlendirmeye çalıştığını dile getirdi.
İnsani yardım boyutunda ise milyonlarca Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin, uluslararası topluma, yük paylaşımı konusunda daha fazla sorumluluk alınmasını talep ettiğini belirten MEMİŞ, “Son dönemde, Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde kalıcı bir askeri ve idari yapı kurma yönündeki adımları dikkat çekmektedir. Sınırın hemen ötesinde Türk Lirası’nın kullanılması, Türk eğitim ve sağlık kurumlarının hizmet vermesi, yerel meclislerin Türk makamlarıyla koordineli çalışması gibi gelişmeler, Türkiye’nin bölgedeki güvenli bölgeye önem verdiğinin bir göstergesi” olduğunu kaydetti.
İsrail’in Suriye Stratejisi
UDİAD Yazarı Ahmet MEMİŞ, İsrail’in, Suriye İç Savaşı’nın başından bu yana doğrudan çatışmaya taraf olmasa da özellikle İran’ın Suriye’de artan askeri ve lojistik varlığını ulusal güvenliğine tehdit olarak gördüğünü dile getirdi.
Ahmet MEMİŞ, İran’ın Lübnan’daki Hizbullah’a silah sevkiyatı ve Suriye’de askeri üsler kurma girişimlerinin, Tel Aviv yönetimini harekete geçirdiğini ve bu kapsamda İsrail’in, Suriye topraklarında İran destekli hedeflere karşı düzenli hava operasyonları gerçekleştirmeye başladığını ifade etti.
İsrail’in bu stratejisinin, genellikle “önleyici saldırı” doktrinine dayandığına vurgu yapan MEMİŞ, şunları söyledi:
“İran Devrim Muhafızları, Şii milis gruplar ve Hizbullah’a ait askeri altyapılar, mühimmat depoları ve sevkiyat noktaları İsrail Hava Kuvvetleri tarafından hedef alınmaktadır. 2023 ve 2024 yıllarında bu saldırılarda gözle görülür bir artış yaşanmış; özellikle Şam ve Halep çevresindeki askeri tesisler defalarca vurulmuştur. İsrail bu operasyonları resmi olarak çoğu zaman üstlenmese de, uluslararası ve bölgesel kaynaklar tarafından doğrulanan bu saldırılar, Suriye’de gerilimi tırmandırmakta ve İsrail’in bölgesel stratejisinin ana ayaklarından biri hâline gelmektedir. Tel Aviv’in amacı, İran’ın Suriye üzerinden İsrail’e doğrudan tehdit oluşturabilecek bir hat kurmasını önlemektir. Bu strateji zaman zaman Suriye hava savunmalarıyla veya bölgede faaliyet gösteren diğer aktörlerle, özellikle Rusya ile, diplomatik gerilimlere yol açsa da İsrail kararlılığını sürdürmektedir”.
Ahmet MEMİŞ, bir diğer hususun ise; İsrail’in bölgedeki SDG’i desteklemesi ve bu konuda etkin rol almasının, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Eylül 2024’teki BM Genel Kurulu’nda gözden geçirilmiş bir Orta Doğu haritası açıklayarak Kürtlerin bölgedeki kritik rolünü vurguladığını hatırlattı.
Laik ve demokratik yönetim modellerinin, Yahudi halkıyla olan tarihi bağları ile Kürtlerin, gelişen Orta Doğu’da stratejik bir güç temsil ediyor açıklamasında bulunduğunu belirten UDİAD Yazarı Ahmet MEMİŞ, “İsrail, Suriye’nin içerisinde bulunduğu kırılgan süreci değerlendirerek kendi çıkarları doğrultusunda bölgedeki azınlık grup olan Kürtler ve Dürzilere destek sağlamakta” olduğunu açıkladı.
Ahmet MEMİŞ, bir başka konunun ise; Golan Tepelerinin, yalnızca stratejik değil, aynı zamanda ekonomik bir değer de taşıdığına işaret ederek şöyle devam etti:
“Bölgede önemli yer altı bu kaynakları bulunmakta ve İsrail’in su temini açısından bu bölge hayati öneme sahiptir. Ayrıca bölgede petrol ve doğal gaz potansiyeline dair bazı araştırmalar da İsrail tarafından desteklenmiştir. Bu durum, Golan’ın yalnızca bir güvenlik tampon bölgesi değil, aynı zamanda ekonomik yatırım alanı olarak da değerlendirildiğini göstermektedir. Dolaysıyla İsrail, Golan’daki varlığını yalnızca askeri yollarla değil, diplomatik olarak da kalıcı hale getirmeye çalışmakta ve yerleşim faaliyetleri, altyapı projeleri ve ABD ile kurduğu güçlü ilişkiler aracılığıyla bu bölgedeki egemenliğini meşrulaştırma çabasındadır. Ancak bu durum, uluslararası hukuka göre hâlâ tartışmalıdır ve Suriye bu bölgeyi kendi toprağı olarak kabul etmeye devam etmektedir”.
Netanyahu – Trump Görüşmesi
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 3-8 Şubat 2025 tarihlerinde ABD’yi ziyaret ederek ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmeler gerçekleştirdiğine de değinen UDİAD Yazarı Ahmet MEMİŞ, “Ziyaret özellikle Gazze’deki ateşkes, Suriye meselesi, Türkiye ile olan ilişkiler ve İran nükleer programı gibi bölgesel konuları kapsıyordu. Netanyahu ve Trump, Filistin meselesi ve barış süreci hakkında ‘‘Yüzyılın Anlaşması’’ olarak adlandırılan Gazze deki barış planını her ne kadar tartışmalara yol açmış olsa da, desteklediğini bir kez daha dile getirdi” dedi.
“Netanyahu, görüşmede Golan Tepelerinde İsrail egemenliğinin devam etmesi gerektiğini vurgulamıştır” değerlendirmesinde bulunan Ahmet MEMİŞ, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Trump, 2019 yılında Golan Tepelerini İsrail’in toprağı olarak tanımış ve Netanyahu’ya destek vermiştir. Bu durum, Suriye’nin uluslararası toplumdan tanınmayan toprak kaybı anlamına gelmiş ve Suriye’nin güvenliği açısından kritik bir durum teşkil etmiştir. Netanyahu, ABD ziyaretinde yaptığı açıklamada; İsrail’in Türkiye’nin Suriye’deki nüfuzundan duyduğu endişeleri dile getirirken ‘‘Türkiye ile kötüleşen komşuluk ilişkilerimiz var. Suriye’nin, Türkiye de dâhil olmak üzere kimse tarafından İsrail’e saldırı için bir üs olarak kullanılmasını istemiyoruz’’ demiştir. İsrail Başbakanı ‘‘Türkiye, ABD ile harika ilişkileri olan bir ülke. Başkan Trump’ın Türkiye lideri ile bir ilişkisi var. Bu çatışmayı çeşitli şekillerde nasıl önleyebileceğimizi görüştük. Sanırım bunun için ABD Başkanı’ndan daha iyi bir aracı bulamayız’’ diye eklemiştir”.
Basın açıklamalarının sonunda İsrail gazetesi Haaretz’den bir muhabirin, ABD Başkanı’na ‘‘Türkiye Suriye’yi istikrara kavuşturacağını iddia ediyor. İsrail ise Türkiye’nin Suriye’de nüfuzunu kullanmasını istemiyor. Sizce Türkiy’’nin nüfuzu gerçekten Suriye’yi daha huzurlu bir ülke hâline getirebilir mi?’’ sorusunu yönelttiğini hatırlatan MEMİŞ, “ABD Başkanı Trump’ın, bu soruya ‘‘Erdoğan ile harika ilişkilerim var. Bu ismi duydunuz mu? Ben onu seviyorum, o da beni seviyor. Basının bana çok kızacağını biliyorum. ‘‘Erdoğan’ı seviyor.’’ Ama seviyorum ve o da beni seviyor. Hiçbir zaman da sorunumuz olmadı. Birçok şey yaşadık ama hiçbir zaman sorunumuz olmadı. Bibi, Türkiye ile bir problemin varsa bunu çözebileceğimi düşünüyorum gerçekten. Türkiye’yle ve lideriyle çok, çok iyi bir ilişkim var. Birlikte çözebileceğimizi düşünüyorum dedim’’ diye yanıt verdi” şeklinde aktardı.
Ahmet MEMİŞ, Bu görüşmeler kapsamında İran meselesinin de mevcut, Trump’la İran ile ilgili de görüştüklerini aktaran Netanyahu’nun, İran’ın nükleer silah edinemeyeceği konusunda hemfikir olduklarının altını çizdiğini söyledi.
MEMİŞ, Netanyahu, bunun diplomatik yollarla sağlanmasının iyi olacağını belirterek, ‘‘Ancak ne olursa olsun İran’ın nükleer silah edinmesini engellemeliyiz’’ diye konuştuğunu kaydetti.
Sonuç ve Değerlendirme
Uluslararası Diplomatik İlişkiler Akademik Araştırmalar Derneği (UDİAD) Orta Doğu Araştırmaları Merkezi konuk yazarlarından Ahmet MEMİŞ, UDİAD için kaleme aldığı “Suriye Üzerinde Kesişen Stratejiler: Türkiye ve İsrail Arasında Gerilim” başlıklı yazısının “Sonuç ve Değerlendirme” bölümünde de, Suriye krizinin, yalnızca yerel aktörlerin değil, bölgesel güçleri de doğrudan etkileyen bir güvenlik ve istikrar sorunu hâline geldiğini anlattı.
Ahmet MEMİŞ, Türkiye ve İsrail’in, bu denklemde farklı cephelerde yer alsalar da, Türkiye’nin Kuzey Suriye’de güvenli bölgeler oluşturma çabalarının ve İsrail’in İran etkisini sınırlamaya yönelik operasyonların, Suriye’nin farklı katmanlardaki parçalanmış yapısını daha da derinleştirdiğinin altını çizdi.
Her iki ülkenin Suriye’deki çıkarları doğrudan çakışmasa da, farklı önceliklerin sahada kesişmesinin, ilerleyen süreçte beklenmedik diplomatik ve askeri gerilimleri tetikleyebileceğinin dikkat çeken UDİAD Yazarı Ahmet MEMİŞ, sözlerini şöyle tamamladı:
“Özellikle çok aktörlü yapının devam ettiği Suriye’de, iletişim eksikliği ya da sahadaki ani gelişmeler yanlış anlaşılmaları ve krizleri beraberinde getirebilir.
Bu nedenle, Türkiye ve İsrail’in Suriye’deki faaliyetleri yalnızca kendi güvenlik stratejileri çerçevesinde değil, bölgesel istikrar açısından da dikkatle izlenmelidir. Krizin çözümü yalnızca askeri yöntemlerle değil, çok katmanlı diplomatik girişimlerle mümkün olabilecektir”.