Tolga Pamir: “Doğa kim olduğunuza bakmaz siz ona adapte olursunuz”
İSTANBUL-TÜHA HABER / Tolga Pamir, Türkiye’de pek tanınmayan solo açık yelken yarışçılığı üzerine kurduğu hayalinin peşinde en zorlu yarışlara katıldı. Türk denizci Pamir’le bu yolculuğu ve Türkiye turunu konuştuk.
(TÜHA) TÜRKUAZ Uluslararası Haber Ajansı‘nın ‘Red Bull‘dan aktardığı haberinde, Tolga Pamir, Türkiye’de doğup büyümüş, on altı yıldır da hayatını Fransa’da devam ettiren solo açık deniz yarışçısı. Geride kalan 16 yılda ise sayısız Atlantik aşırı yarışa katıldı.
Denizlerdeki en zorlu solo yarış Vendée Globe’un kapısını aralayan Tolga Pamir, bu yılın Haziran ayında Türkiye’nin çevresinde bir solo tur yapmaya hazırlandı.
Artvin’den başlayıp hiç durmadan 8-11 günlük seyirle İskenderun’a varmayı planlayan Pamir’in iki amacı vardı. Türkiye’de açık deniz mücadelesine zemin hazırlamak ve dünyanın dikkatini bu yeni rotaya çekmek.
Tolga Pamir, Türkiye’de pek tanınmayan solo açık yelken yarışçılığı branşı üzerine kurduğu hayalinin peşinde yepyeni bir adım atarken macera ve tutku dolu bu yıllara bir de Kırmızı Mavi Kova isminde, sıra dışı bir Türk denizcisinin Atlantik aşırı sıradan hikayesi olarak nitelendirdiği kitabı sığdırdı. Sıra dışı hikayesi spor, deniz, keşif, anı, tecrübe, ışık, acı, mutluluk, sevinç, yalnızlık, karamsarlık, tükenmeyen enerji, inanç, başarı gibi sıradan hislerle dolu… Ve kitabının, tıpkı kendisi gibi pek çok hayalpereste ışık tutacağını düşünüyor. Tolga Pamir ile gerçekleştirdiğimiz keyifli sohbeti hemen aşağıdan okuyabilirsiniz…
Denize olan tutkunuz çok erken yaşlarda başlamış. Suya ilk çıktığınız anı hatırlıyor musunuz?
Anne ve babam çalıştığı için yaz dönemlerini büyükbabamın ve büyükannemin yanında geçiriyordum. İstanbul Tuzla’da evleri vardı. Sitede yelken dersleri almaya başladım. Rahmetli Mehmet Hoca, o zamanlar Türkiye’nin uluslararası yarışlarına katılmış bir sporcuydu. Emekli olduktan sonra işine devam etmek üzere oradaki site sakinlerinin çocuklarına aktivite amaçlı kurduğu bir yelken kulübünde hocalık görevini yürütüyordu. Biz de oradaki çocuklardan biri olarak ailemizin yönlendirmesiyle bu yelken okuluna ders almak üzere katıldık. Optimist tekneler vardı. Birçok sporcunun yelken sporuna başladığı ilk kademe olarak değerlendirilir. İlk başta o tekneleri tanıdık. Malzemeleri tanıdık. Tekneyi öğrendik. Yelken dikili değilken teknenin üzerindeki prensipleri öğrendik. Sonra yelken basıldı ve o yelkenle ilk defa sağa sola gitmeye çalıştık. Peşinden de suda ilk defa kendi başımıza, kendi teknemizin kaptanı olarak dümen tuttuğumuz bir hâl…
Denize olan sevginiz nereden geliyor? Yedi yaşından önce de suyla aranız iyi miymiş?
İstanbullu bir ailenin çocuğu olmakla ilgisi olabilir diye düşünüyorum. Babaannemin Anadolu Hisarı’nda oturuyor olması, sürekli olarak deniz ve boğaz kenarında yaşamış olmanın getirdiği bir kültür var. Fakat ailede yelken sporu yapan kimse yok. Ama yıllar geçtikten sonra öğreniyorum ki aslında Osmanlı döneminde donanmada görev almış aile büyüklerimiz varmış. Bu konuda ilerledikçe, bu tutkuyu yaşadıkça, paylaştıkça gerisi çıkmaya başlıyor. Ayrıca bizim ailede, deniz kuvvetlerinde, kara kuvvetlerinde asker olarak görev yapmış insanlar da var. Dedem albaydı mesela. Bir istiridyeyi, denizden çıkardığım anda yemeyi ondan öğrenmiştim. Denizle ilişkim her zaman devam etti. Hatta dedem hep şaka yaparak şöyle derdi: “Denizden ne çıkarsa yiyebilirsin, sadece ben hariç…” Balık da tutardık. Ağırlıklı olarak denizin içindeydik yani. Yüzmeyi çok severdim. Su kenarında değilsem eğer rahatsız oluyorum. Yaşadığım şehir su kenarına yakın olmak durumunda. Belki genetik olarak içimizde de var böyle bir arayış…
Tolga Pamir © Tolga Pamir
Hayatınızı yelkene adamaya nasıl karar verdiniz?
Yedi yaşında spora başladıktan sonra, yaz döneminde su kenarında olabilme imkanı farklı sınıflarda da ilerleme şansı tanıdı. Yedi yaşında başlayan bu iş, on dört yaşında windsurf ile devam etti. Su kayağı olsun başka spor olsun sudan hep faydalanıp spor imkanı yaratacak çözümler bulduk. Bir de etrafımızda sporla ilgilenen kişilerin de orada olması bizi yönlendiriyordu. Biz Tuzla’dayken mesela, Almanlar kamyonetlere eşyaları yükleyerek gelip orada sörf yapıyorlardı. İzmir’e doğru gittikleri yolculukta, önemli sörf merkezlerinden biriydi Tuzla. 1985 yılında Windsurf’ü de biz onlardan gördük.
Sonra araya iş hayatı girdi. Tabii ayrıca şöyle durumlar var, bu pahalı bir spor. Devam etmek çok kolay değil. Tekne olması lazım, soğuk var, çocuklar üşür… Bunlar gibi hem çevresel, hem aileyle ilgili hem de ekonomik etkenler vardı. İstanbul’da yaşadığımız yer, su kenarında değildi. Bu yüzden belki de etrafımızda da çok o çevreden insan yoktu. Bunlar biraz spordan uzak kalmamıza sebep oldu kış döneminde. Ben de lise yıllarında direkt basketbol ile ilgilenmeye başladım. Hatta okuduğum lisenin basketbol takımında oynayarak ya da dışardaki basketbol takımlarında vakit geçirerek devam ediyordum hayatıma. Ama küçüklükten gelen arkadaşlarla, hepimizin içinde denize dair bir tutku, ona bağlanmış olmanın verdiği bir kırıntı vardı. Herkes hâlâ tekneyle bir şekilde bir şeyler yapıyor. Kimisi yelken yapıyor, kimisinin teknesi var, kimi balığa çıkmayı seviyor… Denizden uzak bir topluluk değiliz. Ben işe girdiğimde, yelkeni hafta sonu aktivitesi olarak yapmaya devam ediyordum. Ta ki reklam ajansında, bu uluslararası yarışlardan biriyle yolumuz kesişinceye kadar…
O yarışın ismi Vendée Globe. Bu yarışla ilgili elime geçen ilk makaleyi okuduktan sonra, 2001 yılında kafamda bir şeyler oluşmaya başladı. Kariyerimi bu tarafa çevirme fikri, otuz yaş krizi, İstanbul’daki baskın trafik, hayat… Hepsini yan yana koyduğunuz zaman, denizin beni çağırdığını düşündüm. O beni çağırdı yani anlatabiliyor muyum? Neden olmasın, neden yapmıyoruz neden ülkemizde yok, neden bunu daha da ilerletmiyoruz gibi bir sorgulama içerisine düştüm. Hani rüzgarın götürdüğü yere kadar derler ya… Aynı o şekilde bir karar değişikliğiyle, hayatımın yönünü değiştirdim. Geldiğim nokta da aslında bana biraz daha kendimi bulma imkanı tanıdı. Hayalim değildi ama kafada bilmediğiniz bir şeyin resmini çizmek kolay değildir zaten. Zaman içinde bu hedefe olan inancım, gidişim ve bu hedefin var olması biraz daha ona yaklaşmama ve odaklanmama yardımcı oldu diyebilirim.
Yelken sporunda sizi heyecanlandıran unsur nedir?
Yelken sporunda, karşınızdaki en büyük etken doğadır. Doğanın içinde olmak, doğanın bir parçası olduğunu bilmek ve doğanın gücüne karşı çıkıyormuş hissiyle ilgili bir heyecan var tabii ki… Ancak şunu da hiç unutmamak lazım, hatta buna bir dilemma olarak da yaklaşabiliriz: Doğa çok güçlü ve sizin kim olduğunuza bakmaz. Siz kendinizi ona adapte edersiniz. Her ne kadar denizde özgür olduğumuzu söylesek de teknenin içinde bir hapis hayatındasınız aslında. Yani belki de dünyanın en özgür insanları olabiliriz ama o anda tekneden inmek istesek inemeyiz mesela. Hücre yaşamı gibi bir yaşam var ve yaptığınız şey o hücreyi geliştirebilmek. Yani “Ben sıkıldım, hadi ineyim” deseniz inemezsiniz. Kendi içinde bir çelişkisi var bu özgürlüğün. Ayrıca beni daha çok doyuran ve bana motivasyon sağlayan kendime bir hedef koymuş olmam ve bu hedefte ileriye gitmek üzere kimi zaman kayıplarla, kimi zaman avantajlı duruma geçerek kimi zaman başarısızlıklarla ve kimi zaman başarılarla bu yolculuğa devam etmek. Ve ben her zaman bu yolculuktan bir şeyler kaptığımı düşünüyorum. Dalgaların kayalara vurduğunda yaptığı gibi, hani vurdukça yuvarlaklaştırır ya, öyle işte. Deniz, benim de üzerimdeki pürüzleri alıyor düşüncesindeyim.
Tolga Pamir © Tolga Pamir
Okyanusun ortasında tek başına olmak nasıl bir his?
Her zaman şunu düşünüyorum: Bundan daha önce dünyanın yuvarlak olduğunu ispat etmeye çalışan, başka kıtaları keşfedeceğine ve dünyanın etrafını gezebileceğine inanan Kristof Kolomb ya da diğer İspanyol denizciler suya çıkarken ellerinde harita benzeri bir şey, bir fikir bile yokmuş. Bunu düşününce, yaptığınız işte aslında bu düşüncelerin ve korkuların anlamsız olduğunu düşünüyorsunuz. Çünkü şimdi elimizde GPS’ler var, doğan olarak haritayı dışarıdan takip etme imkânı var. Nereye gittiğinizi, nerede olduğunuzu biliyorsunuz. Güneşin ve ayın durumuna göre denizin nasıl bir akıntı yolu izlediğini biliyorsunuz. O zaman onlar yola çıktığında nereye gittiklerini bile bilmiyorlardı, anlatabiliyor muyum? Tabii ki suyun ortasında olmak kimi zaman ürkütücü kimi zaman da mutluluk verici.
Diğer taraftan duygu iniş çıkışları yaşıyorsunuz. Beş dakika önce yunusun atlayışını izleyip mutlu olurken ve kendini doğanın parçası gibi hissederken dans edip gülüp eğlenirken, bir anda o doğa sizi yok etmek istiyormuşçasına korku ya da yalnızlık hissine kapılıyorsunuz. Onların hepsi var. Bu duyguların iniş çıkışları da insana yaşadığını hatırlatıyor. Bir o kadar da aslında konfor alanımızdan ve duygularımızdan uzağız. Bunu kabullenmek de çok kolay değil. Uyuma imkanınız yok, yiyecek konusu sürekli dengelemek ve envanterini yapmak durumda olduğunuz konular. Duşunuz yok, kovayla su alıp duş alıyorsunuz. Bunların hepsinin bir başka etkisi de sizi yalnızlığa itecek konular. Ama bunları geçmek sanırım benim rekabet etmek istediğim şeyler. Kişisel tarafıma da katkıları olduğunu düşünüyorum.
Vande Globa’a da katıldınız ki gerçekten çok zor bir yarış…
İlk olarak, Vendée Globe ile ilgili en kolay örnek verebileceğim konu sanırım Everest’e tırmanmak. Kara üzerinde iki ayağı üzerinde hareket eden bir canlının, önündeki zorluk koşullarına baktığınızda belki de Evereste tırmanmayı ve Vendée Globe yarışını yan yana koyabiliriz. Vendée Globe o yüzden denizlerin Everetest’i olarak da anılıyor. Yaklaşık 80 gün boyunca denizde yalnız başına kalmak, Pasifik, Atlantik ve Hint Okyanusu gibi denizlerde dolaşmak ve bu sırada teknenizin hakimiyetini sağlamak ve parkurun prensiplerini doğru şekilde devam ettirerek aynı zamanda hızlı olmak, diğer yandan doğa şartlarına uyum sağlamak… Tüm bu zorlukların eşdeğeri dağcılık bence. Az önce anlattıklarımı hepsi yelkende zaten olan parametreler. Ama Vendée Globe diyince bu iş biraz daha bilinmeyen bir hale geliyor. Şöyle bir örnek vereceğim: Dünya yörüngesinin dışına çıkmış astronot sayısı 500’lerdeyken, Vendée Globe yarışını tamamlamış denizci sayısı hâlâ 80-100 arası.
Tolga Pamir © Tolga Pamir
Haziran ayında bir Turkiye Turu projeniz var. Tur fikri nasıl ortaya çıktı, süreç nasıl gelişti?
16 yıldır Fransa’dayım. Birçok Uluslararası, Atlantik aşırı yarışlara katıldım. Nereden baksanız otuz binin üzerinde solo yarış tecrübem var. Fakat kendi ülkemin denizlerini bu kadar iyi tanımıyorum sorgulaması vardı bende. Beraberinde de hep az evvel konuştuğumuz, beni heyecanlandıran “Ülkemiz bu konuda ne kadar ileri gidebilir?” konusu da vardı. Biz Vandee Globe’da neden on beşinci ülke olmayalım? Bu konuda destek yaratabilmek, sponsor yaratabilmek, bu spor branşının ilerleyişi için yaşadığım ve doğduğum ülkenin desteğini almak durumundayım. Bunu gerçekleştirebilmemin tek yolu buna bir uyandırma yaratmak. Bunun için de yapacağım şey, ülkemizin etrafında benzer parkuru gerçekleştirip biraz daha farkındalığı artırabilmek. Ve ülkemizin sularının bu girişimdeki hayalperestlerin yapabileceği bir parkur olduğuna inandırmak, gösterebilmek amacıyla çıktı bu proje.
Tur için nasıl hazırlanıyorsunuz?
İlk olarak tabii bunun için bir tekne gerekiyor. Teknenin alımıyla ilgili fikir üretmeye çalışıyordum. Araştırmalarım sonucunda bir teknede karar kıldım. Hatta bir iki alternatif vardı. Bu fikri ortaya çıkardıktan, tekneyi seçtikten sonra da arayışlara başladım. Bu büyük bir maliyet. Buradan kendisine teşekkür etmek istiyorum Sayın Erdem Yurdanur benim hayalimle ilgili olan bu projeye bir melek yatırımcı olarak ilk başlangıç adımının atılması için büyük bir destek sağladı. Onun desteğiyle bu projenin başlangıcını gerçekleştirdim ve tekneyi satın aldım. Türkiye’de teknenin hazırlıklarına başlayacağım. Devamında bir antrenman süreci teknenin üzerindeki elektroniklerin yerleştirilmesi, güvenlik malzemelerinin oluşturulması gibi birçok konu var. Peşinden de tekneye hazır olmam gerekiyor. Bunun için de denize çıkıp antrenman yapmam gerekiyor. Hatta İstanbul’daki birçok yarışta kendimi biraz test edebilmek gibi çalışmalarım da var. Bunları da bitirdikten sonra tahminen Haziran başında parkuru gerçekleştirmek üzere start almayı planlıyorum.
[TÜHA Haber Ajansı, 15 Aralık 2021]
Yorumlar