Türk-Amerikan İlişkilerinde Devamlılık ve Değişim
Kadir ÜSTÜN, SETA Washington D.C. Koordinatörü
Kasım ayında yapılacak seçimlerde yarışan Trump ve Harris’in son derece farklılık arz eden siyasi kimlikleri Amerika’nın küresel ve bölgesel meselelere yaklaşımında belirleyici olacak. Türkiye’yle ilişkilerin geleceği açısından bakıldığında ise hem devamlılık hem de değişim beklemek yanlış olmayacaktır. Washington’la Ankara arasında dönemsel olarak ortaya çıkan krizlerin her zaman aşılabildiğini söylemek de zordur. Buna rağmen NATO müttefikliğinin getirdiği kurumsal altyapının, Türkiye’nin bölgesel ağır sıklet olmasının ve Amerikan dış politikasının süreklilik arz eden politikalarının ikili ilişkilerde istikrar sağlayıcı unsurlar olduğu söylenebilir.
Türk-Amerikan ilişkileri aslında her dönem inişli çıkışlı bir karakter göstermiştir. İlişkilerin en istikrarlı olduğu varsayılan Soğuk Savaş döneminde bile Kıbrıs meselesinin Türkiye’ye yaptırımları gündeme getirmesi bunun bir örneğidir. 1991’deki Irak müdahalesine destek veren Türkiye, 90’lı yıllardaki terörle mücadele bağlamında Kongre’nin insan hakları eleştirilerinin hedefi olmuştur. Türkiye 2000’lerde Irak’ın işgali için kuzey cephesi açmayı reddedince yaşanan krizin orta vadedeki etkileri, 2008’de Obama’nın İslam dünyasıyla ilişkileri düzeltme çabaları bağlamında Türkiye’nin anahtar ülke görülmesiyle aşılmıştır. Arap Baharı’nın başındaki Türkiye’nin bölge için model ülke olabileceği tezinin yarattığı pozitif dinamik, Suriye iç savaşında ABD’nin PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi desteklemesiyle ikili ilişkilerde kanayan bir yara haline gelmiştir.
Türkiye’nin öteden beri devam eden askeri ve defansif kapasitesini milli kaynaklardan sağlama çabasının 2000’lerde çok farklı bir boyuta ulaştığı herkesin takdiridir. Amerika’nın savunma ürünlerinin önemli müşterilerinden biri olan Türkiye, savunma ihtiyaçlarının yerli üretimle karşılanması konusunda büyük aşama kaydetmiştir. Amerikan Kongresi’nin Türkiye karşıtı lobilerin etkisiyle silah satış ve transferlerine koyduğu sınırlandırmalar, Türkiye’nin milli kapasitesini geliştirme iradesini güçlendirmiştir. Bununla birlikte Suriye krizinin ortaya çıkardığı hava savunma sistemi ihtiyacının giderilmesi için Türkiye’nin Rus S-400 sistemlerine yönelmek zorunda kalması, Amerika’yla savunma ilişkilerinde bir kriz alanı doğurmuştur. En son F-16 satışının Kongre tarafından onaylanmasıyla kısmen de olsa aşılan bu sorun, CAATSA yaptırımlarının devamı yüzünden ikili savunma iş birliğini sınırlandırmaya devam etmektedir.
Savunma ilişkilerinde yaşanan sorunların dışında en kilit kriz alanı Amerika’nın Suriye’nin kuzeyinde YPG’ye verdiği askeri desteğin devamı olarak öne çıkmaktadır. Türkiye’nin ulusal güvenliğini doğrudan tehdit eden PKK’nın Suriye şubesinin Amerika’nın ‘yerel partnerlerle çalışmak’ stratejisi doğrultusunda desteklenmesi, ikili ilişkilerde derin bir güven sorunu ortaya çıkarmıştır. Obama döneminde Deaş’la mücadele, Trump döneminde de sahayı Rusya ve İran’a bırakmama tezleriyle meşrulaştırılan bu destek, Türkiye’nin gözünde ülkenin bütünlüğünü tehdit eden bir terör grubunun stratejik kapasite geliştirme fırsatını yakalaması anlamına gelmektedir. Bu meselede son yıllarda Türkiye’nin tezlerini daha fazla dinleme eğilimi gösteren Washington’ın bu bölgede seçim yapmaya kalkan PYD’nin planlarını iptal etmesine yaptığı siyasi katkı ikili ilişkilerde güven artırıcı bir adım olmuştur. Bu trendin devam etmesi ve Amerika’nın kuzey Suriye’nin ötesinde, göçmenlik, insani yardım ve siyasi çözüm gibi konularda Türkiye’yle daha kapsamlı bir iş birliğine girmesi karşılıklı güven sorunun aşılmasına katkı yapacaktır.
Türkiye’yle ABD’nin Gazze krizinde aldığı pozisyonlar neredeyse tamamen zıt olmasına karşın diplomatik temas trafiğinin yoğunluğu perde arkasında ateşkes ve çözüm arayışlarına ortak katkı verdiklerine işaret etmektedir. Bu krizin bölgesel bir mesele olması itibariyle Türk-Amerikan ilişkilerine doğrudan etki etme potansiyeli nispeten azdır ancak başka birçok bölgesel meselede ortak politika izlenmesi ihtimaline zarar vermektedir. İran’la İsrail arasındaki gerilim bölgesel savaşa dönme ihtimalini artırdıkça ve ABD de bölgede İsrail lehine çatışmaya girmeye hazır olduğunu ifade ettikçe, diplomasiye kalan alan daralmaktadır. İsrail’in uzlaşmaz tavrı ve Filistin’de herhangi bir çözüm istememesi, ABD’nin yoğun ve kapsamlı baskısı olmadan bir yere varılamayacağını göstermektedir. Trump ve Harris’in de böyle bir baskı kurmaya niyetli olduğunu söylemek mümkün değil.
Kasım seçimleri sonrasında Türk-Amerikan ilişkilerinde savunma ilişkileri, Suriye ve Filistin meselelerinin önemli yer tutacağını öngörebiliriz. Bu alanlarda hem devamlılık hem değişim dinamiği, Trump veya Harris’ten bağımsız olarak devam edecektir. Trump’ın başkanlığı döneminde Türkiye’yle fazlasıyla mesaisi olduğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’la iletişimi avantaj teşkil edebilir. Ancak Trump’ın öngörülemezliğinin ilişkide daha sarsıntılı dönemler yaşanmasına neden olması şaşırtıcı olmayacaktır. Öte yandan Harris’in dış politika tecrübesinin zayıf olması, büyük oranda Biden dönemi politikalarını farklı isimlerle devam ettirmesi sonucunu doğurabilir. Harris’in dış politika danışmanlarının ve muhtemel ekibinin Türkiye’yi tanıyan isimler olması avantaj yaratabilir. Washington’ın Türkiye’nin kendi adına dış politika yapma ısrarının ve Amerika’nın politikalarının pasif bir takipçisi olmayı reddetmesinin değer ürettiğini kabullenmesi ikili ilişkilere pozitif etki edecektir.
Yorumlar