Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun telif ettiği eser 13,5 X 21 santim ölçülerinde 342 sayfadır.
Maksudoğlu Hoca’nın, ‘Giriş’ mâhiyetindeki ‘Kimlik Konusu’ başlıklı yazısı ‘Kimliği meydana getiren en mühim unsur, kültürdür; bir milletin kültürü de, yüz yıllar boyunca, yaşadığı tecrübelerle, ‘yaşanmışlıklarla târih içinde meydana gelir; milletin târihi, bunun için çok değerlidir’ cümlesinden ibârettir. Asıl konuya Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın (1915-1986) ‘Türk Milletinin Kültürel Değerleri’ başlıklı yazısı ile giriliyor:
TÜHA /TÜRKUAZ İnternational News Agency
Kocaeli Aydınlar Ocağı’ndan ‘Konuk Yazar‘ Oğuz ÇETİNOĞLU, “Türk kimliği” başlığı altında kaleme aldığı yazısında, Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun telif ettiği, bilgilerin özetlendiği hacmi küçük muhtevâsı zengin bir eser olan Türk Kimliği isimli eseriyle ilgili değerlendirmelerde bulunuyor.
İlim ve fikir adamlarının çoğu ‘kültür’ kelimesine ‘tabiat’a zıt bir mânâ vermektedir. İnsanoğlunu diğer hayvanlardan ayıran taraf, tabiatta bulduğu ile yetinmemesi, onu değiştirmesi, kendi emrinde kullanması ve aşmasıdır. Bu maksatla vücuda getirilen maddî ve mânevî her şey, ‘kültür’ sahâsına girer.
Bir Türk için halıdan, kilimden, yoğurttan, şiş kebabından, Süleymâniye Câmii’nden, Yûnus’tan, Hacı Bektaş’tan, Erzurum barlarından, Aydın Harmandalı zeybeğinden, Köroğlu’ndan, misâfirperverlikten, ana-babaya, yaşlılara saygı göstermekten, haksızlığa karşı çıkmaktan, zayıfı kollamaktan daha tabiî ne olabilir? Balık için deniz ne ise, Türk için de yüzyıllar boyunca içinde yaşadığı kültür odur.
Bir kültürün içinde yaşamak başka, onun üzerinde düşünmek başka bir şeydir.
Türkler, kendilerine has kültür değerlerini bilmedikleri, onlar üzerinde kafa yormadıkları, onların millî varlık bakımından taşıdıkları değeri ölçmedikleri için, pek çok şey kaybetmişlerdir. Bir millet, kendisini hiçe sayarak yabancıların mânevî kölesi olursa, er geç maddî kölesi de olur. Hikmetin esası, ferdin ve milletin kendi kendisini bilmesidir. ‘Millî şuur’ kendi milletinin varlığını tanımak ve bilmek demektir.
Türklerin Anadolu’da ve Balkanlar’da vücuda getirdikleri kültür ve medeniyet, târihin en güzel, en üstün, en insanî, en ince medeniyetlerinden biridir,
Türklerin en belirgin özelliği, ‘hür ve müstakil olarak yaşama’ dünyâya hâkim olma irâdesidir. Türk târih ve kültüründe bunu gösteren pek çok örnek vardır. Fakat Türk, münâsebette bulunduğu veya idâresi altına aldığı kavimlere saygılı ve âdil olmasını da bilmiştir. Anadolu Türkünün başarısını sadece kılıç kuvvetiyle izaha kalkışmak çok yanlış bir görüştür. Anadolu Türk devlet ve medeniyetini kuranlar sâdece gaziler değildir. Mevlâna, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre gibi, bütün insanlığı sevgi ile kucaklayan ve birleştiren velilerin de bunda büyük rolü vardır. Anadolu’yu fetheden Türkler her yerde câmiler, medreseler inşa etmişler ve tekkeler kurmuşlardır. Bunlar Türklerin yiğitlik ve kahramanlığına adâleti, sevgiyi, müsâmahayı, zarâfet ve inceliği katmışlardır.
Atı, arabayı, bronzu, hayvan takvimini ve gök dinini Çin’e Chou’lar sokmuştur. (Bk. Çin Târihi, Ankara 1947, s. 31- 34). Chou’lardan sonra Çin’de daha birçok Türk hanedanı kurulmuştur. Fakat bunların çoğu büyük Çin denizinde erimiştir. 8. yüzyılda Orhun nehri kıyılarında dikilen Göktürk kitabelerinde Çin tesirinden büyük bir dehşet ve korku ile bahsedilir. Göktürk kitabeleri hayret verici bir uyanıklıkla Türklere, kendi millî kültürlerine sıkı sıkıya sarılmalarını vasiyet eder.
Bulgarlar 9. yüzyıldan önce Türktüler. Fakat bu asırlardan sonra Tuna Bulgarları Slav ve Hıristiyan kültürünün tesiri altında kalarak, millî şahsiyetlerini kaybetmişlerdir. (Tuna Bulgarları 864 yılında Hristiyan oldular, Pars Han’ın adı Boris oldu. İdil (Volga) Bulgarları ise, 922 yılında girdikleri İslâm sâyesinde Türklüklerini korumuşlardır. Tataristan’da yaşayan Türkler, bunlardır, Türkçenin kuzey lehçesini konuşurlar. Mani dinine 764 yılında giren Uygurlar da Türklüklerini kaybettiler. (Doğu Türkistan’daki Türklere, yanlış olarak ‘Uygur’ denilmektedir.)
Çin’de büyük bir devlet kuran Tabgaç’lar da Budizmi kabul ettikten sonra yok olmuşlardır. Türk târihinde daha buna benzer bir yığın örnek vardır.
Mehmet Maksudoğlu eserinde doğru zannedilen birçok yanlışı düzeltmektedir. Bu konudaki iddialarını: ‘…alışılmış, yaygın hâle gelmiş yanlışları düzeltmek için ortaya koyduğum görüşleri her Osmanlı târihçisi ile her zeminde tartışmaya hazırım’ sözleriyle meydan okurcasına ileri sürüyor. Konu ile olan derin bağlantısını da şöyle açıklıyor: ‘Osmanlı Devleti’nin vârisi ve devamı olduğumuz gibi, Osmanlı’nın; Avrupa’nın Dünyâya açılarak şekillenmesinde etkisi vardır. Osmanlı gerçeği anlaşılmadan, hâkim kültürün temsilcisi Avrupa’nın, onun kültürel ve politik uzantısı olan Amerika’nın, dolayısıyla Dünya’nın bugünkü durumu anlaşılamaz.’
Maksudoğlu Hoca’nın ‘Osmanlı târihçisinde olması gereken vasıflar’ başlığı altında ültimatom görünümündeki beyanı son derece mühimdir:
*İslâm’ı ve ilk târihini iyi öğrenmeli, bilmeli (Akabe bey’atlarını, Rânûnâ vâdisinde ilk Cumayı, ilk dört Halîfe’ye bey’atı, Hz. Ebû Bekir’in kesin tutumunu bilmelidir: ‘namaz kılan Müslümanlarla savaşacak mısın?’ diyenlere: ‘Resûlullah çağında zekât olarak hayvan bağı değersiz bir ip parçasını bile vermezlerse harbederim’ diye, İslâm’ın bütünlüğünü savunuşunu, ufacık bir eksikliğe göz yumsa idi kaç bin çeşit İslâm’ın ortaya çıkacağını görmesindeki devlet adamlığını farketmelidir.
*Bey’atı, mâhiyetini, şartlarını, bilmelidir. Çünkü Osmanlı, İslâmî hâkim kılmak görevindeydi ve bey’at, mihverdir.
*Müslüman bir devlet incelenirken, ‘Anayasa İdâre Hukuku’ demek olan ‘el Ahkâmus sultâniyye’ kitaplarından haberi olmazsa, Osmanlı’yı, diğer hükümetler gibi ele almak tuzağına, zavallılığına düşer. (Aslında; devletin, aynı zamanda -2 erkli- İslâmî bir yönetim tarzı, usulü olduğunun farkında olmalıdır.)
*Osmanlı, mühim gördüğü kuruma, nîçin ‘hümâyûn’ sıfatını vermiştir, farkına varmalıdır: Burada, Osmanlı’yı, diğer sosyo-ekonomik kuruluşlardan ayırıcı özellik vardır.
*Fey’ konusunu bilmezse, Merzifonlu’nun Viyana’yı 1683 yılında alabilecek iken nîçin almadığını anlayamaz; lojistik, köprü konularını papağan gibi tekrarlar.
*Cizye’nin mâhiyetini bilmezse, Tanzîmât’ın artçı depremi olan İslahatı anlayamaz, yıkımı başarı olarak görme, gösterme yanlışını, papağan gibi tekrar eder durur, mârifet yaptığını zanneder.
*Arapça (bilmezse; diğerleri gibi, bîat der, fâkih der, târikat der), Farsça’ya da âşinâlığı olmalıdır.
*Arşive girmezse, olmaz.
*Kullandığı kelimelere dikkat etmezse; kapitülasyon, imparatorluk, Bizans diye saçmalar, ‘imtiyâzât’ yerine ‘kapitülasyon’ demenin, Kanûnî’nin Fransuva’ya teslimiyeti anlamına geldiğini fark etmez, Osmanlı’yı, üniformalı eşkıyâ yapar, Roma imparatorluğuna Bizans diyerek, oryantalistlerin Türkiye’nin altını oyma değirmenine su taşır.)
*Tanzimat’taki kırılmayı bilmezse, görünmez ağları zihninde taşımağa devam eder.
*Oryantalistler hakkında bilinçli olmazsa, yandı gülüm keten helva; onların dediğini, Türk diline aktarır, papağanlık yapar.
*Anahatlarıyla Avrupa târihini bilmelidir: Westfalia’dan haberi olmalıdır. Bizim, o gelişmelere ihtiyâcımız var mıydı düşünmelidir.
*Duruş sâhibi olmalıdır; duruş sâhibi olmak, olayları objektif olarak vermeğe engel değildir. Misâl: İngiliz târihçi ve gazeteci Alan John Percivale Taylor (1906-1990) Alman târihini, objektif olarak öyle sunar ki ön sözde yaptığı değerlendirme için ‘hiçbir milletin târihi böyle değerlendirmeye dayanamaz’ derler, ‘ben belgeleri konuşturdum’ der, geri adım atmaz. (Alman târihini böyle, objektif olarak yazan İngiliz târihçi, Osmanlı târihini nasıl yazar?)
*Öte yandan, İngilizler, A man for ali seasons filminde olduğu gibi, olayları, ‘olduğu gibi’ verir; ama öyle sunar ki ne Kralı’na hiyânetle suçlanan Thomas More suçlu olur, ne de onun kellesini kestiren Sekizinci Henri zâlim olur:
*More; inancına uygun yaşayan bir mü’min olarak sunulur, Henri de; ülkesini Katolik tasallutundan kurtaran büyük siyâsî lider olarak gösterilir.
*Bir de bizim bâzı târihçilerimizin, Osmanlı Târihini nasıl anlattığını, sözgelimi, ünlü bir profesörün, Osmanlı târihini, Fransızcadan aktararak anlattığını hatırlayalım.
*Türkiye; şuurlu, duruş sâhibi, alt yapısını sağlamış, oryantalistleri gerçek yerine oturtmuş gerçek târihçilerine kavuşma yoluna girmiştir, gören gözlere, gün ışımıştır. Bilim dünyâmızda, ciddî tavırlarla komiklik yapan oryantalistlerin gerçek durumu anlaşıldıkça, genellikle Müslümanların Târihi, Türk Târihi ve özellikle Osmanlı Târihi konusunda, bundan böyle, ortalığı kaplayan, kültür istilâsı zemininde yazılmış, târih sanılan mâlûmât deposu kitapların etkisi silinecek, zihinlerdeki çarpık Osmanlı tasavvuru ortadan kalkacaktır. Osmanlı, gerçek olarak anlaşıldıkça, ‘bir zamanlar, zihinlerimize nasıl da Osmanlı karikatürü yerleştirilmiş!’ denilecektir.
Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’nun telif ettiği Türk Kimliği isimli eser, değerlendirmelerin, bilgilerin özetlendiği hacmi küçük muhtevâsı zengin bir eserdir.
Böyle, bilinmesi mutlaka gerekenleri vurguladıktan sonra, engin Türk Târihini, çok özet olarak gözden geçirip, bu günümüzün belirlenmesinde başlıca etken olan Osmanlı’yı, olayları objektif olarak sunup değerlendirmelerle sunuyor.
***
Yazar hakkında