“Türkiye öncelikle nükleer teknolojiden istifade ile nükleer güçle çalışan savaş gemisi veya denizaltıya sahip olmalı” -II-
Türkiye öncelikle silah geliştirmek yerine kazanacağı nükleer teknolojiden istifade ile nükleer güçle çalışan savaş gemisi veya denizaltı sahibi olmak Türkiye’nin caydırıcı gücüne katkı sağlayacak önemli bir yetenek olacaktır.
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Nazım ALTINTAŞ, Araştırmacı-Yazar
Emekli Korgeneral ve Araştırmacı Yazar Nazım ALTINTAŞ, Stratejik Araştırmalar Merkezi (STRASAM) için “Yunanistan ve/veya İran Nükleer Silah Sahibi Olursa, Türkiye’nin de Nükleer Silah Geliştirmeye Odaklanması Gerekir mi?” başlıklı bir yazı kaleme aldı.
Araştırmacı Yazar Nazım ALTINTAŞ, Türkiye’nin bu açıklamalar ışığında nükleer silaha sahip olmak istediğinde buna yönelik bir strateji saptaması gerektiğini belirterek, öncelikle karara götüren süreçlerin ve daha sonra da geliştirme stratejilerini belirlenmek zorunda olduğunu açıkladı.
Emekli Korgeneral ve Araştırmacı Yazar Nazım ALTINTAŞ, buna göre Türkiye’nin dikkate alabileceği yöntemleri şu şekilde değerlendirdi:
Birinci yöntem
NATO üyeliği devam ederken ve Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’ndan (NSYÖ) çekilmeden bazı çalışmaları gizleyerek yürütmek. Başka programlardan istifade edilerek teknik bilgi paketleri geliştirilebilir. Bu konuda kazanılacak bilgi birikimi dahi bir güç faktörü olarak kullanılabilir. Bu çalışmaların gizli kalabilmesi için çok uzun zaman içinde yavaş çalışılması gerektiğinden böyle bir strateji aktif silahlanma için ancak geçiş stratejisi olabilir. Niyetlerin açığa çıkması halinde ittifak üyeliğinin de sorgulanacağı ve yaptırımların başlayacağını hesaba katmak gerekir.
İkinci yöntem
Çalışmaları açıktan yürütmek, teknik bilgi paketini elde etmek fakat aktif silahlanma stratejisine geçiş yapılmayacağı ve nükleer silah sahibi olmayacağını açıklamak. Bu durum ancak yeni ittifak arayışlarının gündeme gelmesi halinde dikkate alınabilir. Böyle bir seçenek daha başlangıç aşamasında fiziki engellemelerden ambargolara kadar yaptırımlara yol açabilir. Ayrıca İran haricinde geçmişte çalışmalar yürüttüğü bilinen Suriye, Mısır ve Irak gibi bölge ülkelerinin politikalarında zincirleme reaksiyon etkisi yaratabilir, bu durum bölgeyi dış müdahalelere daha açık hale getirir.
Üçüncü yöntem
Güç dengelerini değiştiren büyük bir tehdit ortaya çıktığında başka bir ülkeden teknik destek de sağlanarak açık olarak hızlandırılmış bir silahlanma programı yürütmek olabilir.
Başka bir ülkeden gerektiğinde silah temin etmek üzere antlaşma yapmak da bir seçenek olarak düşünülebilir ancak buna benzer bir ticaretin örneği henüz görülmemiştir. Bir ara Suudi Arabistan’ın Pakistan ile böyle müzakere yürüttüğü, benzer şekilde Libya lideri Kaddafi’nin Çin’den silah tedarik etmeye çalıştığı ancak reddedildiği yönünde iddialar ortaya atılmıştır.
En son Rusya tarafından Belarus’ta taktik nükleer silah konuşlandırılacağı açıklanmıştır. Bu husus bir alışveriş değil ittifak kapsamında yapılan bir antlaşma olarak görülmelidir. Ancak Pasifik’te bazı ülkelerin silah ve atma vasıtaları geliştirmelerine gösterilen müsamaha ve antlaşma hükümlerini esnetme anlayışı diğer ülkeleri de cesaretlendirecek niteliktedir.
Türkiye bölgesinin nükleer silahlardan arındırılması yönünde uzun yıllar savunduğu politikasını sürdürmelidir. Türkiye için nükleer silahlanma ihtiyacı ancak bölgesinde güvenlik koşulları değiştiğinde veya NATO dışında yeni ittifak arayışları ortaya çıktığında gündeme gelebilir. Bu durumda mahzurlarına rağmen ikinci yöntem, teknik bilgi paketine sahi olmak fakat aktif silahlanma stratejisi uygulamamak en makul seçenek olabilir.
Yukarıda belirtilen seçeneklerin dışında silah geliştirmek yerine kazanacağı nükleer teknolojiden istifade ile nükleer güçle çalışan savaş gemisi veya denizaltı sahibi olmak Türkiye’nin caydırıcı gücüne katkı sağlayacak önemli bir yetenek olacaktır. Böyle bir yeteneğin kazanılması uluslararası kısıtlamalardan çok ülkenin mali gücü ile ilintilidir. Bu konuda vizyoner bir bakış açısı ile fikir tartışmaları yürütülmelidir. Halen beş yasal nükleer güç haricinde Hindistan ve İsrail’in de nükleer enerji ile çalışan denizaltı sahibi olduğu bilinmektedir. Avustralya, ABD ve İngiltere arasında oluşturulan AUKUS ittifakı kapsamında Avustralya nükleer denizaltılara sahip olacaktır. Bazı ülkeler bu girişimi NSYÖ antlaşmasının ihlali olarak yorumlarken bazıları da antlaşma hükümlerindeki boşluktan yararlanma olarak görmektedirler. Avustralya sahip olacağı denizaltılarda nükleer silah bulundurmayacağını ilan etmiş olmakla birlikte kriz durumunda diğer ittifak üyelerinin bu platformlara silah sağlamayacağını garanti etmek zordur. Bu nedenle bundan sonraki süreçlerde başka ülkelerinde benzer yeteneklere sahip olma isteklerinin olabileceğini değerlendirmek yanlış olmayacaktır.
Askeri ve akademik çevrelerde konuya ilişkin analizler yapabilecek, strateji geliştirecek ve bilgi birikimini sağlayacak çalışmalara katkı sağlanmalı en azından farkındalık yaratılmalıdır. Hava ve füze savunma sistemlerini geliştirecek projelere daha fazla kaynak yaratılmalıdır.
Nükleer silahlar yaratacağı yıkım ile kazananı olmayacak bir askeri güç vasıtası olduğundan kullanım kararının verilmesi çok zor bir yetenektir. Nükleer silahların yarattığı tehlikeler sadece yıkım gücünden kaynaklanmamaktadır. Bu silahın kullanım kararının verilmesinde karşı tarafın tehdit algısı ve niyetinin yorumlanmasında yapılacak yanlış değerlendirmeler en az silahın kendisi kadar tehlikeli riskler taşımaktadır. Türkiye’nin yer aldığı bölgede bazı ülkelerin sahip olduğu rejimlerin niteliği, istikrarsızlığı ve karar alma yöntemleri kullanım konusunda yanlış algılama riskini daha da artırabilir.
Son yıllarda siber tehditlerden kaynaklanan tehlikeler ve yapay zekâ uygulamaları ile birleştirilmiş konvansiyonel silahların tahrip gücü çok artmıştır. Uluslararası ilişkilerde uzun yıllardan beri zorlayıcı müzakere unsuru olarak görülen nükleer silahların yerini yapay zekâ ve çip teknolojisindeki gelişmeler almaya başlamıştır. Yeni ve yıkıcı teknolojiler savaş sanatını ve stratejileri değiştirecek hale gelmektedir. Savaşların uzaya taşınması halinde uyduların yok edilmesi nükleer silahlar gibi insanlığı yok edecek bir etki yaratmaz fakat ulaştığımız medeniyet seviyesini oldukça gerilere götürebilir. Nükleer silahların karşılıklı yıkım endişesinden korkarak kullanımından çekinen ülkelerin bu yeni teknolojilerle karşı tarafa büyük zararlar verdirirken kendilerini koruyacak yeteneklere sahip olduklarına inanmaları halinde savaş başlatma olasılığı daha yüksek olacaktır. Bu nedenle caydırıcılık adına söz konusu yeteneklere yönelik çalışmaların daha öncelikli olarak ele alınması yararlı olacaktır.
En kötü senaryoda NATO’nun dağılması, Türkiye’nin üyelikten çıkması veya çevremizdeki devletlerin nükleer silah sahibi olması gibi büyük değişimler Türkiye’nin nükleer silah sahibi olma ihtiyacını da gözden geçirmesini gerektirecektir. Bu tarz keskin değişimler olmadığı müddetçe, anlaşmalar gereği nükleer silaha sahip olmamak en iyi seçenek olarak görünmektedir. Fakat bu politik tercih, askeri ve akademik çevreler başta olmak üzere diğer kurum ve kuruluşların yapması gereken politika ve strateji geliştirme çalışmaları ile savunma sanayiinde teknik bilgi birikiminin oluşmasını sağlayacak çalışmaları engelleyici bir faktör olarak görülmemelidir.
***
Yazar hakkında
Nazım ALTINTAŞ, 1975 yılında Kara Kuvvetlerinde subay olarak göreve başladı, 2001 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti ve 2013 yılında Korgeneral rütbesinden emekli oldu. Kara harp Akademisi ve Silahlı Kuvvetler Akademisinden mezun oldu, İngiltere ve Almanya’da mesleki eğitim aldı, ABD ve Afganistan’da görev yaptı. Yurt içinde yoğun olarak terörle mücadele ve Kara Kuvvetleri modernizasyon çalışmaları ile eğitim planlamasında görevler üstlendi. Emekli olduktan sonra ASELSAN Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. Webster Üniversitesinden işletme yüksek lisansı yaptı.