Türkiye’nin Afrika politikası: Açılımdan ‘nüfuz arayışına’
TÜHA HABER / Somali on yıllar boyunca açlık ve sefaletle boğuşurken, 18 Ağustos 2011’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sanatçılar, siyasetçiler ve yardım kuruluşlarıyla başkent Mogadişu’ya düzenlediği ziyaret, ülkenin kalkınması ve Türkiye’nin de Afrika’da atacağı adımlar açısından en önemli gelişmelerinden biri olarak tarihe geçti.
Bugün Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Forumu Açılış Oturumu’nda konuşan Erdoğan, Eş Şebab örgütünün faal olduğu başkenti, Afrika dışından son 20 yıl içinde ziyaret eden ilk lider oldu. Bu ziyaret ve ulaştırılan insani yardımlar Türkiye’nin ülkede ve kıtada daha belirgin ve etkili bir aktör olmak istediğinin de göstergesiydi. Somali’de şimdi Türkiye’nin büyük bir askeri üssü ve hastanesi var. Mogadişu Havalimanı işletmeciliği de Türk şirketlerde.
Afrika Boynuzu ile başlayan insani yardım hareketini kıta genelinde önce ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi daha sonra da jeopolitik menfaatler ile nüfuz arayışı izledi.
Bazı gözlemciler Türkiye’nin kıtadaki varlığını “yeni Osmanlıcı siyasetin parçası” olarak görürken, Türkiye ise “Afrika halkının yanında, eski sömürgeci anlayışa karşı yerel halkın yanında yer alan bir siyaset izlediğini” söylüyor.
‘Afrika açılımı’ 1998’e ve 2005’e dayanıyor
Türkiye’nin Afrika ülkeleriyle siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik ilişkilerine ivme kazandırma girişimi 1998 yılında hazırlanan “Afrika’ya Açılım Eylem Planı” ile başladı. Ama fikir olarak kalan bu plan, 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidar olmasıyla uzun vadeli eyleme dönüştü ve 2005 “Afrika Yılı” ilan edildi. Aynı yıl Türkiye, Afrika Birliği’nde de gözlemci statüsüne geçti.
Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerini geliştirme sürecinde, 2000’lerin sonu ve 2010’ların başında Batı ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin ağır ilerlemesi ve 2010 sonrası “Arap Baharı” olarak adlandırılan isyan dalgasının başlamasının da etkili olduğu görüşü dile getiriliyor.
Dolayısıyla Türkiye, özellikle 2010’ların başında hem yeni ticari pazarlar arayışı hem de diplomatik nüfuzu güçlendirme amacıyla yönünü Afrika kıtasına çevirdi.
Türkiye’nin Afrika’daki varlığının en büyük aracısı da Fethullah Gülen yapılanmasının iş dünyası, eğitim ve insani yardım kuruluşlarıyla kurduğu ağ olmuştu.
Bu ağ, 2016’daki darbe girişimi sonrası AKP hükümetinin yapılanma içindeki kurumları kıtadan uzaklaştırıp yerlerine yeni aktörler yerleştirmesiyle dağılmaya başladı.
Afrika kıtasında 42 büyükelçilik var
Türkiye’nin 2002’de Afrika’daki büyükelçilik sayısı 12’ydi, bu sayı 2020 itibarıyla 42’ye çıktı.
Erdoğan, başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı döneminde 27 Afrika ülkesini ziyaret etti. Senegal, Somali, Cezayir ve Güney Afrika’nın da aralarında bulunduğu bazı ülkelere de birden fazla ziyarette bulundu.
Türkiye’nin Afrika ile ilişkileri devlet seviyesinin yanı sıra çok sayıda özel şirket; THY, TİKA, İHH, Maarif Vakfı, Yunus Emre Enstitüsü, Kızılay ve Anadolu Ajansı gibi çok sayıda kurum ile yürütülüyor.
Covid-19 öncesi THY’nin Afrika’da 39 ülkede 60 destinasyona uçuşu vardı. TİKA’nın Afrika genelinde 30’a yakın Program Koordinasyon Ofisi faaliyet gösteriyor. Maarif Vakfı, daha önce Gülen yapılanmasına ait olan çok sayıda okulu devraldı.
Ticaret hacmi katlandı
Türkiye’nin Afrika’daki ticari potansiyelini geliştirme amacıyla çok sayıda şirket ve ticari kurum da rotasını kıtaya çevirdi.
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) 40’ı Sahraaltı Afrika ülkeleri olmak üzere toplam 45 Afrika ülkesiyle ortak iş konseyleri var.
TÜİK verilerine göre Türkiye’nin Afrika kıtasıyla ticareti 2002 yılında 4,3 milyar seviyesindeyken, 2020’de yaklaşık 22 milyar dolara çıktı.
Afrika’yı cazip kılan nedenlerin başında genç nüfusu, iş gücü ve zengin doğal kaynakları geliyor. BM’nin öngörülerine göre 2050 yılı itibariyle Afrika’da 25 yaş altı genç nüfus, toplam nüfusun yarısından fazlasını oluşturacak.
DEİK Türkiye-Afrika İş Konseyleri Bölge Direktörü Barış Çuvalcı, Afrika’nın ticaret ve yatırım konusunda neden ilgi çektiği sorusuna şu yanıtı veriyor:
“Afrika kıtasının artan genç nüfusu, hammadde kaynaklarının varlığı ve bunların tüm ihtiyaç pazarlarına ulaştırılması için enerji, altyapı ve ulaşımın mutlak geliştirilmesi zorunluluğu ile birlikte, kıtada yer alan ülkelerin bir çoğunun kaynak zenginliğine rağmen, bu kaynakların yerinde yarı-mamül veya mamül haline getirilmesi konusunda gerekli bilgi, tecrübe ve teknolojiye gelişmiş ülkeler kadar yakın olmamaları sebebiyle ve de diğer kıtalar ve kıtalardaki ülkelerin sahip olduğu asgari yaşam koşulları ve standardına kavuşmaları gerekliliği nedeniyle, Afrika kıtası ülkeleri tüm dünya ülkeleri için büyük bir pazar olarak tanımlanmaktadır.”
Afrika’ya en çok yatırım yapan Türk şirketleri arasında, özellikle Senegal, Kongo, Nijer, Ruanda’daki yatırımlarıyla dikkat çeken Summa AŞ; Mozambik, Fildişi ve Senegal dahil birçok ülkede yatırımı bulunan Limak; Etiyopya ve Tanzanya’da demiryolu yatırımları yapan Yapı Merkezi; Mozambik, Gana dahil birçok ülkede elektrik hizmeti veren Karadeniz Holding (Karpower); Somali’de liman işletmelerini üstlenen Albayrak AŞ de bulunuyor.
SBK Holding Başkanı Sezgin Baran Korkmaz da Kongo’ya insani yardımda bulunuyor.
Jeopolitik rekabet
Türkiye’nin dış politikası ve Afrika ilişkilerinde uzman akademisyen Toni Alaranta, “Türkiye’nin Afrika’daki öncelikli çıkarı ekonomik. Genelde Erdoğan’ı ve AKP’yi destekleyen orta sınıf ihracata dayalı şirketler yeni pazarlar arayışında. Küresel rekabet arttıkça, Türk şirketler için Afrika da giderek hedef bölgelerden biri haline geliyor” diyor.
Alaranta’ya göre Türkiye’nin diğer çıkarı da “jeopolitik nüfuz arayışı”:
“Bunu Türkiye’nin uzun zamandır faal olduğu Somali’de ve önemli dış aktörlerden biri haline geldiği Libya’da görüyoruz. Bunlar birçok farklı ülke arasındaki iktidar mücadelesinin parçası. Libya’da rekabet özellikle Fransa ile. Ama bu aynı zamanda Türkiye ile Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki rekabetin de parçası.
“Türkiye 2005’te Afrika Yılı ilan ettiğinde bu daha ziyade sivil toplum kuruluşları aracılığıyla insani yardımlardan oluşuyordu. TİKA, İHH gibi aktörlerle. O zamanlar, okulları oluşturulmasında çok faal olan Gülen Hareketi de vardı. Bu tabii Erdoğan ile Gülen arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla değişti ve bölgede jeopolitik rekabete de yöneldi.”
Türkiye-Afrika ilişkileri uzmanı İnönü Üniversitesi Afrika Araştırmaları Merkezi Müdürü Dr. İsmail Söylemez ise Türkiye’nin Afrika’daki hedefinin “barış ve istikrara katkı sağlamak” olduğunu söylüyor:
“Türkiye, Afrika’da neo-koloniyalist girişimlere ve ekonomik bağımlılığa karşı durarak Afrika’nın sorunlarına Afrikalı çözümler sunmayı hedeflemektedir.
“Türkiye, Afrika’ya yardım adı altında uygulanan uluslararası ekonomi ve yardım programlarının yeni sömürge ve istismar ilişkiler doğurduğunu savunuyor. Türkiye, Afrika’nın romantizme, acınmaya, hibe yardımlarına, yeni sömürge oluşturan küresel ekonomi programlarına ihtiyacı olmadığını aksine sadece adil, eşit ve uygun iş imkanlarına, ticari ortaklıklara ihtiyacı olduğunu dillendiriyor. “Türkiye Afrika’nın geleceğine, Afrikalıların karar vermesini, kimsenin zorla bir şey dayatmamasını istiyor. O nedenle de hiçbir ülke ile rekabet halinde değildir.”
‘Türkiye rekabetin parçası’
Türkiye, Afrika kıtasında Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, ABD ve Batı Avrupa devletleri ve son yıllarda yatırımları artıran Körfez ülkelerinin yanında bölgede kilit rol oynayan ülkeler arasında gösteriliyor.
Kıtadaki bu aktörlerin varlığı bazı uzmanlara göre diplomaside nüfuz arayışı rekabetinin parçası.
Akademisyen Alaranta “Erdoğan sürekli Afrika’daki Fransız, İngiliz sömürgeciliğine atıf yapıyor ve Türkiye’nin farklı bir aktör olacağını savunuyor. Türkiye’nin Fransa ile Doğu Akdeniz ve Libya’da rekabetçi bir ilişkisi varken, diğer yandan da Afrika Boynuzu’nda da Körfez ülkeleriyle rekabeti var. Dolayısıyla Türkiye bu jeopolitik rekabetin parçası oldu” yorumunu yapıyor ve Afrika’da faaliyet gösteren Türk sivil toplum kuruluşları ile diğer yardım ve medya kurumlarının söylemlerinde ‘Neo-Osmanlı öğeler’ olduğuna dikkat çekiyor:
“Osmanlı döneminden kalma bağlardan bahsediyorlar. Erdoğan da sürekli uluslararası ilişkilerde Osmanlı geçmişine atıf yapıyor.
“Türkiye’nin bölgedeki faaliyetlerinin hem olumlu hem de olumsuz yanları olacaktır. Somali, Libya gibi devlet inşa etme, yeniden kurulması girişimleri, yerel halka yardım ulaştırma ve kalkınma programları çok olumlu. Türkiye’ye bölgede güç kazandıracaktır. Özellikle Somali’de olduğu gibi. Yerel halkın Türkiye’ye, Erdoğan’a hayranlık duyduğu bir ortam yarattılar. Bunlar olumlu. Ama hegemonik rekabette giderek ülke çıkarlarının öne sürülmesi veya yerel halkın Türkiye dahil bu dış aktörlerin hedeflerinde, ülkelerin hegemonik oyunlarının olduğunu düşünmeleri yerel halkta olumsuz etki yaratır.”
Türkiye’nin bölgedeki “neo-Osmanlıcı siyaset anlayışı” Afrika açılımının yoğunlaştığı dönemlerde de gündem olmuştu.
Artık Erdoğan’a muhalefet eden Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, 2009 yılında Dışişleri Bakanı olduğu dönemde AKP’nin Kızılcahamam Kampı’ndaki konuşmasında şunları söylemişti:
“Osmanlı’dan kalan bir mirasımız var. ‘Yeni Osmanlı’ diyorlar. Evet, Yeni Osmanlı’yız. Bölgemizdeki ülkelerle ilgilenmek zorundayız. Hatta, Kuzey Afrika’ya açılıyoruz. Büyük devletler şaşkınlıkla takip ediyorlar. Özellikle Fransa, Kuzey Afrika’ya niçin açıldığımızı araştırıyor. Ben de talimat verdim. Sarkozy hangi Afrika ülkesine giderse kafasını kaldırdığı yerde Türk büyükelçiliği binasını, bayrağını görecek. ‘Binaları en güzel yerlerde tutun’ diye talimat verdim.”
‘Türkiye müdahalesiz bir politika izliyor‘
Cumhurbaşkanı Erdoğan da Afrika ile ilgili konuşmalarında bölgenin sömürgecilik geçmişine atıflarda bulunup sıklıkla Türkiye’nin farklı bir rol üstleneceğini söylüyor.
Türkiye-Afrika ilişkileri uzmanı Dr. Söylemez de diğer birçok ülkenin “bölgede hegemonik ilişki modelleriyle dikkat çektiğini” ve bunun Afrikalılar tarafından çok olumlu karşılanmadığını ifade ediyor:
“Afrika kıtasının tamamı küresel rekabette her geçen gün daha fazla göze çarpıyor. Uluslararası düzeyde etkili bir aktör olarak öne çıkmak isteyen her ülke Afrika ile ilgilenmek zorunda hissediyor kendini. Çinliler, Ruslar, Amerikalılar, İngilizler, Hintliler, Koreliler, Avrupalılar ve Japonların hepsinin Afrika için bir planı var. Fakat bu plan geçmişte sömürge güçlerinin yaptığı gibi Afrika halklarını içermiyor.
“Örneğin Çin’in kıtadaki faaliyetleri daha çok ticari ve kıta ülkelerine verilen faizli krediler olurken ABD’nin politikalarının ise genellikle şartlı ve Afrika ülkelerinin iç siyasi meselelerine daha fazla müdahale eden politikalar olduğunu gözlemliyoruz.”
Türkiye’nin Afrika’da “müdahalesiz bir politika” izlediğini belirten Dr. Söylemez, birçok ülkenin Afrika’da ilişkilerini geliştirip her ülkeye nüfuz etme amacında olduğunu söylüyor ve şu yorumu yapıyor:
“Kıta genelinde bu nüfuz mücadelesi kıtada yeni tehditlerin ve tehlikelerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum Afrika ülkelerinin faydasına değil, aksine zararına olacaktır. Böyle bir tehlikeyle karşılaşan Afrika ülkeleri de çareyi herhangi bir emperyalist gaye gütmeden, karşılıklı çıkar ilkesine dayalı, kazan-kazan politikasıyla kıta genelinde ilişkilerini geliştirmek isteyen Türkiye’ye daha fazla alan açmaya başladılar.”
Afrika ülkeleri ile Türkiye arasındaki ilişkiler dış politika ve ekonomide öncelik olmaya devam edecek gibi görünüyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ocak 2020’deki bir konuşmasında ticareti 50 milyar dolar seviyesine çıkarmak istediklerini söylemiş ve “Ülkemizin bu topraklara bakışı asla tek taraflı bir kazanç hevesinin ürünü değildir, olmamıştır. Biz birlikte üretmek, birlikte ilerlemek, birlikte zenginleşmek arzusundayız” demişti.
Afrika ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye’nin dış politikada 2020’deki önceliklerinden biriydi. Geçen yıl Libya ile deniz yetki alanları anlaşması yapan Türkiye, denizlerinde petrol araması yapması için Ocak ayında da Somali hükümetinden de davet aldı.
Askeri olarak da Somali’deki üssün yanı sıra Türkiye’nin, BM misyonu kapsamında Mali’de, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde ve Türkiye’ye tahsis edilen Sudan’ın Sevakin Adası’nda da “restorasyon güvenliği” için askeri bulunuyor.
İş dünyası yatırımları Afrika’ya çekmek istiyor, Türkiye de her fırsatta kıtadaki ülkeler ile diplomatik ilişkileri kuvvetlendirmeye devam edeceğini söylüyor.
HABER : Çağın KASAPOĞLU & BBC Türkçe
[TÜHA Haber Ajansı, 09 Ekim 2020]
‘Pelin Çift ile Gündem Ötesi’ her Cuma saat 23.25’te TRT 1 Ekranlarında..