Yıllardır Dinmeyen Sızı: Mübadele
TÜHA HABER / Gülcemal, Osmanlı Devleti’nin ilk transatlantik yolcu gemisiydi. 1874 yılında Kuzey İrlanda’da inşa edilen gemi, 1911 yılında Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi tarafından satın alındı. 1875-1904 yılları arasında İngiltere’nin Liverpool şehrinden New York’a yılda ortalama 10-11 sefer düzenlemişti. Ancak Gülcemal’in Türk sivil gemicilik tarihine geçmesi 1920 yılında Türk bayrağıyla İstanbul’dan New York’a yaptığı seferle oldu.
Gülcemal, Türk askerlerini Yemen’e taşıdı, Balkan savaşının ardından son Osmanlı askerleri onunla Rumeli’nden ayrıldı. Binlerce hacı adayını Mekke’ye en yakın liman olan Cidde’ye o götürdü.
Birinci Dünya Savaşı’nda asker taşımakta ve hastane gemisi olarak kullanıldı. Çanakkale Savaşı’nda İngilizler’in torpiliyle vuruldu. Mütareke döneminde Yunanistan ve Mısır’daki esir Alman askerlerini Hamburg’a taşıdı.
Ancak Mustafa Bung’un aklına Gülcemal deyince atalarının Girit’ten Türkiye’ye taşınması ve henüz bebek yaşlarda olan amcasının gemide ölerek denize atılması geliyor. İzmir Girit Mübadilleri Derneği Başkanı Bung, Lozan’da varılan zorunlu nüfus değişimi anlaşmasıyla Girit’ten Anadolu’ya gelen bir ailenin çocuğu. Mübadeleyle Anadolu’da yaşayan yaklaşık 1,5 milyon Rum Yunanistan’a giderken, 500 binden fazla Türk de Yunanistan’dan Türkiye’ye geldi.
“Mübadele kimine göre bir kurtuluş, kimine göre acı bir hikayedir”
Buca’daki Göç ve Mübadele Anı Evi’nde VOA Türkçe’nin sorularını cevaplayan Bung, birçok mübadil ailenin kişisel eşyalarına da ev sahipliği yapan bu müzede, Girit’teki evlerinden getirilen bir tuğlanın da yer aldığını söylüyor.
“Mübadele kimine göre bir kurtuluş, kimine göre acı bir hikayedir” diyen Bung, Yunanistan’ın 1830’da bağımsızlığını kazanmasının ardından Girit’te de İngiltere’nin kışkırtması ve Yunanistan’dan gelen fanatik milliyetçilerin baskısıyla katliamların ve çatışmaların başladığını söylüyor. Dolayısıyla mübadele anlaşmasından önce de çok sayıda Giritli Türk, canını kurtarabilmek için Anadolu’ya geçmiş. Bung, “Babam evlerinin Hanya’da yamaçta olduğunu anlatırdı. Geceleri Rum çeteleri devamlı evi kurşunlarmış. Babam divanda değil yerde yattıklarını anlatırdı. Gündüz olduğu zaman evin etrafında mermi çekirdeklerini toplarlarmış. O katliamdan kurtuldukları için seviniyorlardı. Ama geride bıraktıkları, kapısını kilitleyip anahtarını aldıkları evlerini özlüyorlardı. Oradaki komşularını özlüyorlardı. Komşuları Rum’du tabii. Babam anlatırdı çok severlermiş birbirlerini. Koruyup kollarlarmış. Oradaki dostlarından ayrılmak çok zor gelmiş. Açık söylemek gerekirse Türkiye’ye uyum sağlamakta ilk başlarda zorluk çekmişler” şeklinde konuşuyor.
Mübadelenin büyük bir kısmı 1923-1924 yıllarında gerçekleşti. Ancak zorunlu nüfus değişimi azalan sayılarla da olsa 1930’a kadar devam etti. Kurulan mübadele komisyonları kimlerin zorunlu göçe tabi tutulacağını, bırakılan malların kimlere nasıl pay edileceğini kararlaştırdı. Ancak tarihçiler bu süreçte özellikle malların dağıtımında önemli haksızlıklar yapıldığına da dikkat çekiyor.
“Dilinde yarı Türkçe, yarı Rumca bir şarkı”
Mustafa Bung’un akrabaları da Gülcemal vapuruyla önce İzmir’e Karantina semtine gelmişler. Daha sonra Urla’daki Karantina Adası’nda sağlık kontrolünden geçmişler. Ardından da Edremit’in Zeytinlik köyüne yerleştirilmişler. Bung, “Oradaki mallarına karşılık burada zeytin ağaçları verildi, eski bir Rum evi verildi” diye anlatıyor.
İzmir Girit Mübadilleri Derneği Başkanı, babasının ruh halini ise şu sözlerle ifade ediyor: “Babam gemide vefat eden amcamı anlatırdı üzülerek. Çok duygulanırdı onu anlatırken. Ata yurdunu düşünün, bir toprakta doğuyorsunuz, eviniz barkınız her şeyiniz orada. Orada yaşıyorsunuz, dostlarınız orada. Ölmüşlerinizin tüm mezarları orada. Ve bir anda bir emir geliyor. ‘Mübadele anlaşması imzalandı, Lozan anlaması imzalandı, buradaki Türkler Anadolu’ya, Türkiye’ye, oradaki Rumlar da Yunanistan’a veya Girit’e gidecek diye.’ Tabii çok hüzünlenirdi, bunları anlatırken gözleri dolardı. Kardeşini hatırlardı, oradaki Hanya’daki evini hatırlardı, komşularını hatırlardı. Bazen dilinde yarı Türkçe yarı Rumca bir şarkı söylerdi. O zamanda babamızın o an tam olarak neler yaşadığını anlayamamıştık. Ama tabii zaman geçince, bu kültürü daha çok inceleyince, araştırınca, neler olduğunu öğrendikçe bazen insanın içi acıyor yani.”
Mustafa Bung’un babası doğduğu toprakları tekrar göremeden ölmüş. Bung ise daha sonra ziyaret ettiği ata toprakları için, “Gemide limana yanaşırken bile içiniz bir cız ediyor. Ne bileyim dışarıya gidip İzmir’e tekrar döndüğünüzde nasıl havasını, suyunu özlemiş oluyorsunuz, orası da aynı öyle. Zaten Girit’e giden herkes, atalarının mezarına koymak için muhakkak oradan su veya toprak getirir” diyor.
“Aynı denizin insanlarıyız”
Bung, Anadolu’dan Yunanistan’a giden mübadillerin durumunun ise daha kötü olduğunu, “Biz gelmişiz 500 bin kişi. Onlar Türkiye’den 1,5 milyon kişi gitmiş. Yunanistan o dönemde ekonomisi zayıf, nüfusu düşük bir ülkeydi. Gelenleri barındıracak yer bulamamış. Buradan giden Rumlar yıllarca çadırlarda yaşamış. Ayrıca fanatik Yunanlar Türkiye’den geldikleri için ‘Türk tohumu’ diyerek kabullenmemişler buradan gidenleri” sözleriyle anlatıyor.
İzmir Girit Mübadilleri Derneği olarak Türkiye’den Yunanistan’a giden mübadil ailelerle ve onların çocuklarıyla yakın ilişkiler içinde olduklarını belirten Bung, “Karşılaştığımızda ilk ağızdan çıkan kelime ‘kardeş’ oluyor. Sanki uzun yıllar yan yana yaşadığın bir kardeşin olur, bir süreliğine ayrılırsınız, tekrar karşılaştığınızda sarılırsınız. O şekilde sarılıyoruz. Aynı denizin insanlarıyız çünkü. Aynı kültürün insanlarıyız. Yediğimiz içtiğimiz hepsi aynı. Birbirimizi seviyoruz, aramızda bir problem yok. Geçmişi konuşuyoruz” diyor.
Bung, aradan geçen yıllara rağmen köklerin unutulmadığını da sözlerine ekliyor: “İzmir’de hangi Giritli’ye sorsanız, ‘Ben Türk’üm, İzmirli’yim, ama sonunda Giritli’yim’ der. Muhakkak o Girit kimliğini taşır. Ne olursa olsun hangi ülkede yaşarsak yaşayalım, burası bizim anayurdumuz. Burada doğduk, burada büyüdük. Ama ata yurdumuzu hiçbir zaman unutamıyoruz. Eğer Girit bağımsız kalsaydı, anlattığım olaylar olmasaydı, ben Girit’te yaşamak isterdim.”
HABER : Soner KIZILKAYA & İzmir (VOA)
[TÜHA Haber Ajansı, 12 Ağustos 2020]