DEM Parti İç Cephe ve Tel Rıfat
27 Kasım 2024 tarihinde başlayan askerî harekât ile kısa sürede Halep’e, oradan da Hama’ya ulaşan Suriye Milli Ordusu (SMO), Esad yönetimini tehdit etmeye devam ediyor. Yıllardır Esad zulmünden beri olan halkın ise Halep’in kurtarılmasından duyduğu memnuniyet, kameralara yansıyan sevinç gösterilerinden anlaşılıyor. Elbette bu denklemde en önemli ve etkin güç Türkiye, çünkü devletimiz bölgedeki tüm tarafların neler yapabileceğini biliyor ve stratejik bağlamda atacağı adımları rasyonel olarak atmaya devam ediyor.
[Prof. Dr. Adem Palabıyık, Bitlis Eren Üniversitesi öğretim üyesi.]
Suriye’nin kuzeyinde elde edilen kazanımlar devam ederken öte taraftan SMO’nun, Halep sonrası Tel Fırat’a yönelmesi birilerini rahatsız etmiş görünüyor. Çünkü Tel Rıfat, PYD terör örgütünün kontrolünde olan ve ABD güdümünde hareket eden bir yapı olarak varlığını devam ettirme çabasını sürdürüyordu. Bu çabanın önemli bağlarından biri de Menbiç ve Menbiç, Tel Rıfat sonrası sıranın kendisine geleceğini biliyor. Tam bu süreçte DEM Parti genel merkezi bir açıklama yaparak olayları daha da kızıştırmanın yolunu arayan çabalara yöneldi ve 6-8 Ekim olaylarının başlangıcına sebep olan benzer bir çağrı yaptı. Yapılan çağrıda “Suriye’de son günlerde gelişen çatışmalar ve savaş hâli nedeniyle Tel Rıfat ve Halep bölgesinde bulunan ve saldırgan çetelere biat etmeyenler, Kürtler, Araplar ve diğer halklar yeni bir katliam tehdidi ile karşı karşıyadır. Özellikle Tel Rıfat’a sığınan on binlerce insan ve bölgenin yerleşik halkı saldırgan çetelerin hedefindedir. Siyasi çevreleri, demokrasi güçlerini, savaş karşıtlarını, insan hakları savunucularını, sivil toplum kuruluşlarını, uluslararası toplumu ve kurumları gelişmelere seyirci ve sessiz kalmamak için demokratik zeminde sesini yükseltmeye ve tepki göstermeye çağırıyoruz.” ifadeleri kullanıldı.
6-8 Ekim Olaylarına Benzer Çağrı
DEM Parti’nin kullandığı bu ifadelerin 6-8 Ekim olaylarının yaşandığı gece o dönem HDP genel başkanlığını yürüten Selahattin Demirtaş’ın çağrısından hiçbir farkı yoktur. Demirtaş “Kobani’de yaşanan katliam girişimine karşı 7’den 70’e bütün halkımızı sokağa, alan tutmaya ve harekete geçmeye çağırıyoruz. Kobani’deki kuşatma ve vahşi saldırganlık son bulana kadar süresiz direnişe çağırıyoruz.” ifadelerini kullanarak halkı sokağa çağırmış ve ortaya çıkan şiddet sarmalına ortak olmuştur. Dikkat edilirse DEM Parti’nin yapmış olduğu çağrıda da son kelime “çağırıyoruz” ifadesidir ve bu ifade, 6-8 Ekim olaylarının başlangıcı ve köpürtülmesi için de kullanılmıştır. Burada amaç, Tel Rıfat üzerinden ülkemizde kaos başlangıcına kapı aralamaktır. DEM Parti’nin bütün süreçlerde bölgesel anlamda kaostan beslenmesi ve bölge halkı ile devlet arasında oluşturmaya çalıştığı “kan davasını” canlı tutma çabası, bu tür çağrılar ile devam ettirilmek istenmektedir. Halbuki bölge halkı, trajik 6-8 Ekim olaylarını bir daha yaşamak istememekte ve buna dair yapılan çağrılara kulak asmamaktadır. Bunun yanında, terör ile arasında mesafe koyma iddiasıyla siyaset sürdürmeye çalışan DEM Parti’nin yeniden YPG gibi terör örgütüne yönelik operasyonlara ses çıkarması da manidardır. Kayyım süreçlerinin devam ettiği tarih aralığında, DEM Parti’nin YPG veya PYD gibi terör örgütlerine dair savunusu, Öcalan’a yapılan çağrının hiçe sayılması anlamına da gelecektir. MHP Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli’nin bir süre önce Öcalan ile ilgili açıklamaları ve silah bırakmasına yönelik konuşturulması çağrısı, DEM Parti’nin Tel Rıfat için ortaya koyduğu kaos çabasıyla sona erdirilmek istenmektedir.
Devlet Bahçeli’nin Çağrısı ve İç Cephe
Sayın Cumhurbaşkanımızın “iç cephe” vurgusunun üzerinden çok geçmeden sayın Devlet Bahçeli tarafından yapılan Öcalan çağrısı devletimizin ortaya koyduğu küresel bir stratejidir. Sayın Bahçeli bu çağrısında “Örgütü lağvet, TBMM’de DEM Parti grubunda konuş. DEM Parti de kararını derhal netleştirmeli, silahla-siyaset arasında gelgitli tutumundan uzaklaşmalı, nerede durduğunu, terörle arasına kalın duvarlar örüp örmeyeceği muammasını açıklığa kavuşturmalıdır.” ifadelerini kullanarak terörün bitirilmesini ısrarla vurgulamıştır.
Sayın Bahçeli’nin bu çağrısı, DEM Parti’yi üçe bölmüş ve DEM Parti; Apocular, Demirtaşçılar ve kararsızlar olarak ayrılmıştır. Parti içindeki bir kesim Öcalan’ın konuşmasını ve çağrısını isterken; 6-8 Ekim olaylarında istediklerini elde edemeyen Demirtaşçılar ise Demirtaş’ın da süreçte yer almasını istemektedir. Kararsızlar ise hâlâ tarafını seçememiştir.
DEM Parti içindeki Demirtaşçıların asıl amacı, Öcalan’ın artık misyonunun kalmadığını savunarak yerine isim olarak Demirtaş’ı geçirmektir. Bunun ilk adımının 6-8 Ekim olaylarının olduğu da unutulmamalıdır. Açıkçası 6-8 Ekim olayları, Demirtaş’ın, Öcalan karşısında parlatılma çabasından başka bir şey değildir. Bu plan tutmayınca şimdilerde de Öcalan karşısında Demirtaş’ın varlığının muhafaza edilmesi ana amaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebepten DEM Parti tarafında sadece Öcalan’ın çağrı yapmasına sıcak bakılmamıştır.
Tam bu süreçte hem Cumhurbaşkanımızın hem de Devlet Bahçeli’nin iç cephe-dış cephe vurgusu ayrıca önem kazanmıştır. Suriye’de yaşanacaklara hazırlık yapmanın en temkinli ve güçlü yolu, sınırlarımız içinde meydana gelebilecek kaos planlarını önleyebilmektir. Öcalan’a yapılan çağrının yanında, teröre geçit verilmeyeceği atanan kayyımlar ile daha net anlaşılmıştır. Ayrıca, bölge toplumunun hafızasında yer alan Çözüm Süreci’nde yaşanan bazı olayların, bu süreçte yaşanmayacağı ve devletimizin tüm süreci kontrol ettiğine dair atılan adımlar da bölge halkı için önemli bir güvence kaynağıdır.
Çünkü bölge halkının Çözüm Süreci’nde yaşadığı tedirginlik, devletimiz tarafından bilindiği için garanti, bizzat devlet tarafından verilecektir. Bunun için de bir yandan Öcalan’a “silahları bıraktır” çağrısı yapılırken öte yandan teröre geçit verilmeyeceğinin pratiği olarak kayyım sürecinin devam etmesi, bu garantinin en somut kanıtıdır. Tüm bu adımlar aslında iç cephenin ne kadar önemli olduğu ve sağlam tutulması gerektiğine dair kanaatlerin bütünüdür. İç cephenin sağlamlığı, Suriye’de başlayacak ateşin sınırlarımızın içine sıçramaması için de elzemdir. Böylece iç cephe, dış cepheyi de besleyecek ve güçlendirecektir.
Sonuç: Küreselleşen Siyasetimiz
Yukarıda bahsi geçen kaotik durumlara karşın devletimizin izlediği politikalar neticesinde, ana amaç Türkiye’nin sorunları çözülmeden küresel siyasal sistemin işlemeyeceğine ve yeni bir politik dünyanın inşa edilemeyeceğine dair mesajının herkes tarafından anlaşılması gereğidir. Türkiye, sadece kendi sorunlarını küreselleştiren bir ülke değildir, aynı zamanda başka sorunları da küresel sorun hâline getirebilen siyaseti üretebilmektedir.
Ermenistan-Azerbaycan veya Ukrayna-Rusya krizlerini yönetim biçimimiz, küresel siyasetimizin en basit örnekleridir. Bu denkleme şimdi de Suriye eklenmiştir. Yıllarca PYD/YPG terörünün sahiplerine yaptığımız uyarılar işe yaramayınca kendi göbeğimizi kendimiz keserek süreci yönetmeyi tercih ettik. Ve şimdi Suriye’de var olmaya çalışan devletlerin kapımızı çaldığına şahit oluyoruz.
Tel Rıfat’ın alınması da küresel siyasetimizin nadir örnekleri arasındadır. Asıl sorun, ülkemizin içini karıştırmak isteyenlerin DEM Parti üzerinden, kötü emellerini gerçekleştirme çabasıdır. Bunu önlemek için de DEM Parti’nin yaptığı “sesini yükseltmeye ve tepki göstermeye çağırıyoruz” kaotik çağrısına engel olmak ve karşılık bulmamasını sağlamak olacaktır. Ve küresel siyasetimiz, üretilmeye çalışılan terör siyasetini elbette tüketecek güçtedir.