GAZETECİ.nl’de yılın Röportajı: Gazeteci İlhan Karaçay ile özel söyleşi
TÜHA HABER / ”Hollanda’daki 50 yılı aşkın zaman biriminde, burada yaşayan Türk kökenliler arasında yaşanan, siyasi, dini ve dünyevi anlaşmazlıklar çoğu zaman çok can sıkıcı olmuştur. Yaratılmış olan biz insanlar, karekter ve huy olarak, tüm canlılardan daha farklıyızdır. Bizi yaratan, diğer canlılarla barışık bir yaşam sürmemizi istemiş olmasına rağmen biz insanlar, birbirimize şiddet uygulayarak üstünlük sağlamaya çalışmışızdır’
Karaçay, bu kavgaların neresinde?
(Bu röportajın Hollandacası en altta)
Hollanda’ya Türk işçi göçü, 1960’lı yılların başında başlamıştır. İki ülke arasındaki işçi sözleşmesi ise 1964 yılında imzalanmıştır. Yani tam 54 yıl önce.
Türkler, Hollanda’daki zorlu yılları atlatıp, kendi sorunlarını halletmeye başlayıp refaha kavuştuktan sonra siyasi ve dini bir kutuplaşma içine girdiler.1980 darbesi öncesinde başlayan bu kutuplaşmalar günümüze kadar devam etti. Türkler arasındaki kutuplaşmaların ortadan kaldırılması için devletimiz tarafından hiçbir girişim olmadı. Bazı akil insanlarımızın kısıtlı gayretleri de sorunun çözümlenmesine yetmedi.
Hollanda Türk göçü tarihinde, adı en çok geçmiş ve geçecek olan ve adı Hollanda ile özdeşleşmiş olan gazeteci ilhan Karaçay da bu akil insanlardan biri. İlhan Karaçay gerek ilk dönemlerde ve gerekse şimdilerde, pek çok konuda başrol oynayan isimlerden biri. Bu nedenle, Karaçay ile bu konuları içeren röportajı gerçekleştirdik.
Gazeteci.nl: İlhan Bey, Hollanda’da yaşadığınız süre içinde pek çok olayı yaşayarak yazdınız ve görüntülediniz. Hollanda’daki Türkler arasında meydana gelen olaylar içinde kavgalar da var. Nedir bu kavgaların içyüzü?
İlhan Karaçay: ”Hollanda’daki 50 yılı aşkın zaman biriminde, burada yaşayan Türk kökenliler arasında yaşanan, siyasi, dini ve dünyevi anlaşmazlıklar çoğu zaman çok can sıkıcı olmuştur. Yaratılmış olan biz insanlar, karekter ve huy olarak, tüm canlılardan daha farklıyızdır. Bizi yaratan, diğer canlılarla barışık bir yaşam sürmemizi istemiş olmasına rağmen biz insanlar, birbirimize şiddet uygulayarak üstünlük sağlamaya çalışmışızdır. Vahşi doğayı bilmem ama, biz insanlar önce kendimiz ile, sonra da diğer insanlar ile barışık olmalıyız. Yaşadığımız gök kubbenin altında, kimsenin kimseden üstünlüğü olmamalıdır. Bunun aksi, bizi barışa değil, savaşa götürür. Anlaşamayan insanların, aralarındaki ihtiafı çözmek için saygın aracılara veya yargıçlara ihtiyaç vardır. Ama ne yazık ki, bazı insanları ne saygın arabulucular ve ne de yargıçlar barıştıramıyorlar.”
Gazeteci.nl: İlk yıllarınızdan biraz söz eder misiniz?
İlhan Karaçay: ”1966 yılında 4 ay turist olarak kalıp Türkiye’ye geri döndüğüm ve sonradan 1967 yılının 10 kasımında yeniden geldiğim Hollanda’da, tam 51 yıldır yaşıyorum. Buraya gelir gelmez başladığım gazetecilik yaşamımda, ilişki içinde olduğum yurttaşlarım arasında, ne dini ve ne de siyasi bir farklılık gözetmeden iş yaptım. Yardımlarına koştuğum yurttaşlarımız arasında da ayrımcılık yapmadım. İlk yıllarda büyük zorluklar çeken yurttaşlarımıza, sadece yayın yoluyla değil, kişi ve mercilerle bizzat temas kurarak yardımcı olmaya çalışıyordum. Gazetelere yazıyor ve televizyonlarda programlar yapıyordum. Epeyi de ünlenmiştim. Eee, insan halidir, kimi uzun burnumu, kimi saç özürlülüğümü öne sürerek beğenmemiş olacağı gibi, beni beğenen ve takdir edenler olmuştur.” Yurttaşlarımızın bir kısmı, Hollanda’daki sorunların hafiflemesinden sonra, buradaki sorunları bir kenara bırakıp, anavatandaki siyasi ve dini çekişmelere odaklanmışlardı. Sağcı ve solcu kavgası buralara da sıçramıştı.
Gazeteci.nl: Neydi bu sağcılık ve solculuk konusu?
İlhan Karaçay: ”İsterseniz önce, bu sağ ve sol kavramının nereden kaynaklandığını anlatayım: Fransa’nın bilmem kaçıncı Kralı Louis’in , meclis kararlarını sürekli veto etmesini önlemek için özel bir oturum yapılıyor. Değişime açık olmayan muhafazakar kesimle, monarşiyi destekleyen, kralın veto hakkının olmasını isteyen ve genel anlamda toplumun kaymak tabakasında olan insanlar ‘sağ’ tarafa oturdular.O zamanki toplum düzeninin ilerici görüşlü burjuvazi temsilcileri, köylü hakkını ve ileriyi savunan, değişimi isteyen temsilciler de ‘sol’ tarafa oturdular. Anlayacağınız, o günden bu güne, ileriyi, değişimi, yeniliği, hak ve özgürlüğü, en önemlisi ise herkesin eşit olduğunu savunan insanlara ‘solcu’, muhafazakar olan, değişime, yeniliğe, hak ve özgürlüklere ve eşitliğe yakın olmayan insanlar da ‘sağcı’ olarak nitelenmeye başlandı. Tabii ki bu anlatım, Amerika’da başka, Asya’da başka ve Avrupa’da başka türlü de yorumlanıyor.”
Gazeteci.nl: O dönemlerde Hollanda’daki Türkler’in durumu neydi?
İlhan Karaçay: ”O zamanlar, işte böyle sağcı ve solcu diye nitelenenler arasında kıyasıya bir çekişme başlamıştı. Türkiye’deki anarşik cinayetler korkusu, Utrecht’te bir futbol maçı sonrasında yaşanan cinayet ile Hollanda’ya da taşınmıştı. Zira o zaman, siyaseti futbola karıştırmak istemeyen Muzaffer Çavuşoğlu adlı bir gencimiz, bir siyasi grubun gadrine uğramış ve futbol sahasında öldürülmüştü.”
Gazeteci.nl: Bu olay karşısında sizin tutumunuz neydi?
İlhan Karaçay: ”O zamanki siyasi çekişmeler cereyan ederken, ben bu çekişmelerde ne sağcılardan yana oldum ne de solculardan yana. Böyle olunca da, beni kendilerinden olmadığım için, iki grup da düşman belledi. Özellikle ‘Düşman’ diye yazdım. Zira Hollanda polisi, beni önce sağcıların, bir yıl sonra da solcuların öldüreceği ihbarları ile iki defa korumaya almak istemişti. Ben her iki koruma isteğini ret etmiştim. ‘Benim yurttaşlarım bana kızarlar ama, beni öldürecek derecede düşmanlık yapmadığım için bunu yapmazlar’ dedim. Buna rağmen polis beni, kurşun geçirmez çelik yelek giymem için zorladı. Aylarca kilolarca ağılıktaki çelik yelek ile dolaştım. Ne mutlu ki bana hiçbir saldırı olmadı ve o yıllar mazide kaldı.
Gazeteci.nl: Yanlış istifhamları ortadan kaldırmak için soruyorum. O zaman İslam’a bakışınız nasıldı?
İlhan Karaçay: ”Hollanda’da, İslam inancında olan Müslümanlar, namaz kılmak için önce mescit yerleri, sonra da cami isteğinde bulundular. Müslümanlar dernekleşmeye başladılar. Dernekler kuruldu. Daha sonra dernekleri bir çatı altında toplayan Federasyon kuruldu. Daha sonra da Federasyonlar’ın birleştiği Konfederasyon kuruldu. İbrahim Görmez, hem federasyonda ve hem de konfederasyonda başkanlık yapmıştı. Ben o zamanlar gerek televizyondaki yayınlarımda ve gerekse Hürriyet’teki yayınlarımda hep yurttaşlarımızdan yana oldum ve destekledim. Ülkede, Katolikler, Protestanlar, Evangelistler ve Yahudiler için TV ve Radyo yayınları vardı ama Müslümanlar için yoktu. Bunun mücadelesi başladı.
Ben yukarıdaki tüm faaliyetlerde gerek gazetemde ve gerekse TV programlarımda hep destekçi oldum. Ama ne yazık ki, o zamanlar Hürriyet gazetesini düşman, Tercüman gazetesini dost bilen bazı kişiler, bana çok uzak durdukları için beni anlayamadılar.”
Gazeteci.nl: Sizin NOS’ta Pasaport programını yaptığınız dönemde, Hollanda televizyonunda YONEKO adlı bir film yayınlanmıştı. O kunuyu burada açıklar mısınız?
İlhan Karaçay: ”1978 yılının mayıs ayında, EO adli Evangelist TV İstasyonunun, sırf Hıristiyan propagandası yapılan YONEKO adlı İngilizce bir filmin, özellikle Türkçe alt yazılı yayınlayacağını öğrendiğim zaman, gerek kendi TV yayınımda ve gerekse Hürriyet’te ‘Neden ille de Türkçe’ diye protesto etmiştim. Ama ne yazık ki sırf Tercüman okuyan ve benim yayınlarımdan habersiz olanlar, NOS Televizyonunda çalıştığım için, o yayını da benim yaptığımı sanarak bana çok ağır ve çirkin iki mektup göndermişlerdi. Zıra, Türkiye’de o zaman TRT ne ise, burada da NOS televizyonunun konumunu aynı zannedenler, diğer yayın kurumlarının kendi ideoloji ve inançları doğrultusunda yayın yaptıklarını bilmiyorlardı. Her televizyon kanalında yayınlanan programda benim parmağım olduğunu sanıyorlardı.”
Gazeteci.nl: Sonrasında hakkınızdaki fikirler değişti mi?
İlhan Karaçay: ”Tabii ki. Gün geldi, yukarıda anlattığım bilinmeyenler, bilinir hale geldi. Ne mutlu ki, o zamanlar Türk İslam ve Kültür Dernekleri Federasyonu Başkanlığı ve İslam Yayın Kurumu Başkanlığı yapmış olan İbrahim Görmez, ‘Senin değerini o zaman bilemedik. Nifakçılar seni hedef almışlardı. Şimdi senin İslam’a ve devletimize ne kadar yararlı olduğunu daha iyi anladık.’ deme medeniyetini gösterdi. Sağolsun İbrahim Görmez…” Hollanda’da, geçmişte yapmış olduğunuz toplumsal ve bireysel yardım faaliyetlerinize biraz sonra gireceğim. Şu anda yaşananlar çok önemli.”
Gazeteci.nl: Nedir şimdi yaşananlar ve nedir bu kavgalarda sizin yeriniz?
İlhan Karaçay: ”O zamanki kavgalarda, yerimin ne olduğu anlaşılmıştır sanırım. ‘Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu’ yakıştırmasına uygun bir yerdeydim. Bazıları buna ‘renksizlik’ diyordu ama, benim ne kadar renkli olduğumu bilenler de vardı. İçinde bulunduğumuz kavgalara ve bu kavgalarda benim yerimin ne olduğuna gelince: Refah düzeyi artan yurttaşlarımız, buradaki sorunlarından bir nebze kurtulduktan sonra, particiliği, inanç ayrıcalığını ve hatta Türkiye’deki futbol takımı sevdasını abartılı bir hale getirdiler. Daha önce bu konularda arada bir tartışanlar, sosyal medyanın yaygınlaşmasından sonra, birbirlerine hakaret etmeye başladılar. Eski dostlar düşman olmaya başladı. Bırakın siyasi ve dini düşünceyi, Fenerbahçeli ile Galatasaraylı bile birbirlerine düşman oldular. Ben Beşiktaşlı olduğum halde, Hollanda Beşiktaşlılar Derneği’ne üye bile olmadım. Çünkü ben işimde tarafsızlığımı inandırıcı bir şekilde ortaya koymalıydım.”
Gazeteci.nl: Son günlerdeki kargaşa hakkında neler diyeceksiniz?
İlhan Karaçay: ”15 Temmuz darbe girişiminden sonra ise, bir Erdoğancı-Fetöcü kavgası patlak verdi. Gruplar arasında çekişmeler ve hatta ufak tefek atışmalar meydana geldi. Hollanda’yı yönetenler bu durumdan rahatsız oldu. Araştırmalar yapıldı. Türk kuruluşlarından beşi, Başbakan yardımcısı Ascher’in emriyle araştırıldı. Pek çok konuda polis devreye girdi. Bakanlık ve istihbarat elemanları Türkler arasında mekik dokumaya başladı. Sonra şikayetler, dedikodular ve iftiralar baş gösterdi. Türkler, sosyal medyada birbirleri ile kabaca tartışmaya başladılar. Herkes birbirini suçluyor ve bir paye yakıştırıyordu. Tam anlamıyla, çok rahatsız edici bir durum söz konusuydu. Eskiden komuşularıyla muhabbet içinde yaşayan insanlarımız, şimdi o komuşularının yarısını kaybetmiş durumda. İnsanlar birbirlerine düşman gibi bakıyorlar.”
Gazeteci.nl: Sosyal medyada da bir kavga sürüp gidiyor. Nedir buradaki sorun?
İlhan Karaçay: “Yukarıdaki olumsuzluklar yetmezmiş gibi, eline kalem alan (Daha doğrusu bilgisayar veya akıllı telefon kullanan) bir yığın insan yorumlar yazmaya başladılar. Kimi Facebook’ta, kimi Instagram’da, kimi WhatsAap’ta, kimi Twitter’de ve Messenger’de yazıp yazıp gönderiyordu. Tabii ki bu ara kendi web sitelerini yayına sokmuş olanlar da vardı. Elindeki kara kalemi istediklerininin üzerine çalıyorlardı. Naçizane şahsım için bile bazen olumsuz satırlar yazılıyordu.
Ben bunları hiç sorun yapmıyordum. Benim için olumsuz yazanlar ile temasa geçiyor, biraraya geliyor ve olumsuzlukları düzeltme yoluna gitmeyi tercih ediyordum. Zira ben, eskiden olduğu gibi, şimdi de hiçbir yurttaşım ile kavgalı olmayı ve kavgalı kalmayı tercih etmiyorum. Kendi meselelerimi, kendime özgü tavır ve hareketlerimle halletmeye çalışıyorum.”
Gazeteci.nl: Siz bu konularda akıllı davranıyorsunuz. Peki diğerleri ne yapıyorlar?
İlhan Karaçay: ”Ne var ki, aynı yayınlardan rahatsız olan bazı dostlar, web sitelerinde kendilerini yeren kişilere karşı harekete geçtiler. ‘Kamuoyuna’ diye bildiriler yayınladılar ve kendileri için kötü yazanlara karşı sert yanıt verdiler.
İşte o saatten sonra olanlar oldu. Bu kez web sitesi yazarları karşı hücuma geçti. Ama yazılanlar arasındaki kelimeler yenilir içilir cinsten değildi. Ağır hakaretler ve kişisel ailevi suçlamalar çok can sıktı. ‘Kamuoyuna’ duyurusunu yazanlar, daha sonra bunu bir imza kampanyasına dönüştürdü. Site yazarları bu kez imza atanlara saldırdı. Tabii ki tüm bu olanlar, Hollanda’yı yönetenlerin gözünden kaçmadı. İstihbaratçılar, patronlarına bilgi vermek için bu konuyu da araştırmaya başladılar bile.”
Gazeteci.nl: Bu konuda sizin görüşünüz nedir?
İlhan Karaçay: ”Yalan söylemeyeyim. ‘Kamuoyuna’ diye başlayan bildiriye neden imza atmadığımı soranlar olduğu gibi, ‘imza atma’ diyenler de oldu. Ben her iki tarafa da, kimsenin etkisi altında kalmayacağımı, her hareketimi kendi sağduyumla yapacağımı ve bu gidişatın hiç hoş olmadığını ve hatta çok kötü olduğunu belirttim. Bu sorunun küfürleşme ve yargıyla çözümleneceğine inanmıyorum. Benim aleyhime de yazılanlar olduğu halde, bu sorunun diyalog ile çözüleceğine inanıyorum.”
Gazeteci.nl: Siz bu konuda nerede duruyorsunuz?
İlhan Karaçay: ”Akil bir dost bana şu tavsiyede bulundu: ”Bak İlhan, sen her zaman olduğu gibi bu kavganın dışındasın ve hatta üstündesin. Yoluna böyle devam et.”. Ben de tıpkı 51 yıldır yaptığım gibi, yurttaşlarımız arasında gelişmekte olan bu kavgaların dışında kalıyorum. Bana, eskiden olduğu gibi ‘Renksiz ve korkak’ diyenler çıkacaktır. Ama beni yakından tanıyanlar ne kadar renkli ve ne kadar da cesur olduğumu ifade edeceklerdir. Zira ben, Hollanda’daki Türkler’in tarihi yazıldığı zaman, İlhan Karaçay adının tertemiz yazılması dilemekteyim”
Medya kontrol edilecek!
Gazeteci.nl: Hollanda ve Avrupa’daki ana akım medya ve sosyal medya konusundaki son durum nedir, önlemler alınıyor mu?
İlhan Karaçay: ”Sosyal medyada hakaret ve iftira içeren yayınların ortadan kaldırılması için Avrupa Birliği ülkeleri ortak bir çalışma içine girdiler. Facebook, Twitter, Instagram, WhatsAap ve Messenger aracılığı ile yapılan hakaretlerin, bir hafta içinde kaldırılmaması halinde büyük cezalar konulacak. Ayrıca, Hollanda’nın üçüncü büyük gazetesi De Volkskrant, I&O Araştırma şirketine ,‘Yalan haberlerin toplumsal tartışmalara etkisi’ konulu bir araştırma yaptırdı.
Annieke Kranenberg tarafından kaleme alınan araştırma sonuçlarına göre, her üç Hollandalı’dan birisi, yalan haberle doğru haber arasındaki farkı ayıramıyor. Araştırmaya katılanlardan sadece yüzde 29’u, yalan haber ile doğru haberin farkına varabiliyor. Hollandalılar’ın yüzde 82 gibi ezici bir çoğunluğunun yalan haberlerden rahatsız oldukları, yalan haberlerin, demokrasi ve hukuk devletinin işleyişini tehdit ettiğini söylüyorlar. Okuyucunun genelde şuurlu olduğu, her habere hemen inanmayacağının altı çiziliyor. Örneğin, okuyucunun kendi ifadesine göre, Facebook’da yayınlanan haberlerin yüzde 71’i yanlış olabilir.
Gazeteci.nl: Peki, diğer Avrupa ülkeleri ne yapıyorlar bu konuda?
İlhan Karaçay: ”Yalan haberler, diğer Avrupa ülkelerinde de buradan farklı değil elbette. Yalan haberler ile mücadelede Hollanda ağır davranırken, Fransa ve Almanya sert önlemler alıyorlar. Geçen ay Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yalan haberlerle ilgili yeni bir yasanın yürürlüğe gireceğini söyledi. Macron’un seçimler sürecinde yalan haberlerden canı yanmıştı tabiiki. Almanya da geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili bir yasa sundu. Sosyal medyada nefret içeren haberleri yayından kaldırmayanlara ağır para cezası verilecek ve hesapları kapatılacak. Sahte ve yalan haberler için, Avrupa Komisyonu bu yıl bir dizi yaptırımlar getirecek. Komisyon, alanında uzman olan 39 kişi tesbit ederek çalışmalarına başladı. Brüksel’in vereceği karar, Avrupa ülkelerini harekete geçirecektir.Kişilerin yalan haberler karşısında zarar görmemesi, toplumsal düzeni zedelememesi, hukuken keskin önlemler alınması, hiç kimsenin yalan haberlerle başkalarının yaşam hakkını engellememesi için önlemler alınıyor.”
Gazeteci.nl: Sosyal medyada en çok rahatsızlık veren konu nedir?
İlhan Karaçay: “Bazı haber portallarını yönetenler, birisi hakkında kötü düşünülmesi için, kendi görüşlerinde ziyade, tribünlerde oturan hayalı insanları konuşturarak haber yapıyorlar. Ama artık bu taktiğe kimse inanmamaktadır.
Bu konuya dikkat edilmesini ve insanları sırf intikam almak için karalama kampanyası yapılmamasını diliyorum
Geçmişte yaşananlar
Gazeteci.nl: Şimdi biraz da geçmişteki toplumsal hizmetlerinizden söz edelim. Hoofddorp’ta Türkler’in bir fabrikada boykot eylemi yaşanmıştı. O sorunu siz çözmüştünüz. Anlatır mısınız?
İlhan Karaçay: ”1975 yılında, Hoofddorp’taki Dam Chips adlı fabrikada 160 Türk işçisi işgal eylemi başlatmıştı. İsveren Türkler’in işine derhal son vermişti ama Türkler fabrikayı terk etmiyorlardı. Olay Hollanda parlamentosunda konu olmuştu. Medya sırf bu konuyla meşguldu. Sendikaların girişimleri fayda etmiyordu.
Türkler’in ikamet ettikleri Haarlem kentine gittim. Türkler ile uzun uzun konuştum. Daha sonra fabrikanın patronunu aradım ve olayı her iki tarafı mutlu edecek bir şekilde sonlandıracağımı bildirdim. Patron önce görüşmeyi kabul etmedi. Birkaç kez daha aradım. Sonunda kabul etti. Türkler ile fabrikada toplandık. Sonuçta barışı sağladık. Ertesi gün Hollanda medyası, ‘Hiç kimsenin yapamadığını, Türkler’in ombudsmanı gazeteci İlhan Karaçay yaptı ve barış sağlandı’ haberini yayınladılar.
Gazeteci.nl: Hollanda Kraliçesi Juliana’ya yazdığınız bir mektup hafızlardan silinmedi. Neydi o kunu?
İlhan Karaçay: ”1975 yılının mart ayında, Helmond kentindeki bir okulda Türk öğrencilere büyük bir haksızlık yapılmıştı. O zamanlar her cumartesi günü Türk çocuklarına Türkçe ders ve İslam dini öğretiliyordu. Okul yönetimi bu durumu yasaklamıştı. Hollanda yine ayağa kalkmıştı. İşte o zaman ben Kraliçe Juliana’ya bir mektup yazmıştım. O mektup da Hollanda medyasında geniş yer buldu ve sonra da dersler yeniden başladı.
Gazeteci.nl: Sizin kaçak işçilere af konusunda da çalışmalarınız oldu. Anlatır mısınız?
İlhan Karaçay: ”1973 yılında, Hollanda’da ikamet ve çalışma izni olmayan ve ‘Kaçak işçi’ olarak adlandırılan insanlar için genel bir af verilmesi için bir komisyon oluşturmuştuk
Ben o zaman bu af için ‘Generaal pardon’ sözcüğünü seçmiştim. Bu sözcük Hollandalılar’ın diline pelesenk olmuştu. O zaman Hollanda’da çok ünlü bir İspanyol asıllı sendikacı vardı. Daha sonra ülkesine dönen ve orada Bakan olan bu ünlü sendikacı da bana ‘Bay General Pardon’ adını yakıştırmıştı.
O çalışmalar semersini vermiş ve daha sonra kaçak işçiler için af çıkmıştı.
Gazeteci.nl: Hollanda hükümeti, Türkiye’de yaşayan Türk çocukları için daha az çocuk ödeneği verilmesini istenmişti. Bu konuyu da anlatır mısınız?
İlhan Karaçay: ”1976 yılında, Hollanda Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda bir komisyonda yer almıştım. O zamanki hükümet, Türkler’in Türkiye’de yaşayan çocukları için, normalden daha düşük çocuk parası ödeneği verilmesi için bir çalışma yapıyordu. Gerekçe: Türkiye’de süt, sebze ve meyve daha ucuzdu. Ben ise o komisyonda, Türk çocuklarının Türkiye’de daha ucuz yaşamadıklarını, aksine, ebeveynler Avrupa’da olduğu için, Türkiye’de bıraktıkları çocuklar için daha fazla para harcadıklarını anlatmıştım. Benim anlatımım, hükümetin bu plandan vaz geçmesi için yeterli olmuştu.”
Gazeteci.nl: Bir de Zwarte Markt (Kara Pazar) konusu var. Neydi o konu?
İlhan Karaçay: ”1983 yılında, Beverwijk’te kurulan dünyanın en büyük pazar yerinin kuruluş çalışmalarında ben de yer almıştım. Hollandalı girişimci Bart van Kampen pzarcılık yapıyordu. Zaandam kentindeki Bruynzeel fabrikasının avlusunda pazarcılık yapan Türkler’e yasak gelince, Bart van Kampen bana gelmiş ve Beverwijk kasabasındaki pazar yerinde Türkler’e yer vermek istediğini belirtmişti. Ben o zaman tanıdığım pazarcı Türkler’e ulaştığım gibi, Hürriyet ve Tercüman gazetelerine verdiğim ilanlar ve her tarafa astırdığım afişler ile büyük bir reklam kampanyası başlatmıştım. Daha sonra da Türkiye’den getirdiğimiz sanatçılarla bedava konserler ile binlerce Türk’ü pazar yerine çekmeye başladık. Dünyanın en büyük pazar yeri diyebileceğimiz bu yer, her hafta polis baskınıyla kapatılıyordu. O zaman pazar yerinde 100’ü aşkın Türk standı vardı.
Polis baskınlarından kurtulabilmek için bir komisyon oluşturduk ve zamanın İçişleri Bakanı’a gittik. Bakan, ‘Nuh’ diyor ama ‘Peygamber’ demiyordu. Pazar gününün insanlar için istirahat günü olduğunda israr ediyordu.
O sırada ben söz aldım: ‘Sayın Bakan, Scheveningen, Noordwijk ve Katwijk gibi yerlerde pazar günü dükkanlar neden açık’ diye sordum. Bakan tam istediğim yantı verdi: ”Oradaki dükkanlar yabancılar için açık.”
Ben de cevabı hemen yapıştırdım: ‘İyi ama sayın Bakan, Kara Pazar denen yere hep yabancılar geliyor. Yabancıların Hollanda’da yararlanabilecekleri rekreasyon yerleri çok kısıtlı. Pazar yerine gelen yabancılar çocukları ile birlikte eğlenebiliyorlar. Ayrıcai yüzden fazla Türk işyeri açmış ve yüzlercesine de iş imkanı sağlamış durumda. Beni dikkatle dinleyen Bakan, elini masaya vurarak ani ve kesin kararını verdi: ”O zaman sadece Türk pazarı açık kalabilir.”
“Komisyondaki Hollandalılar itiraz edecek oldular ama, araya girerek, ‘Durun itiraz etmeyin. Bugün Türk pazarına izin verildi, yarın da Hollanda pazarına izin çıkar’ dedim. Daha sonraki aylarda gerek belediye ile ve gerekse Bakanlık mensuplarıyla yapılan görüşmelerden sonra Hollanda pazarı da açık kaldı. Ve o günden sonra Türk pazarı cumartesi ve pazar günleri hala faaliyet gösteriyor.”
Gazeteci.nl: Bir de pazar yerindeki Türkler’in boykot eylemi vardı?
İlhan Karaçay: ”Türk pazarcılar, pazar yeri sahibi Van kampen’in kira sözleşmelerinden hoşnut değildiler. Başı çeken bir Türk pazarcı, Türkler’e ‘Boykot’ kararı aldırdı. Ertesi gün pazar yerine gelenler pazara giremediler. Uzaklardan pazar yerine gelenler boşuna gelmiş oldular. Kaldı ki, pazarın tanıtımı için büyük emek ve masraf sarfedilmişti. Pazar yeri sahibi Bart van Kampen.ikinci hafta da boykotu sürdürmesi beklenen Türkler’i bu fikirden va geçirmek için beni aradı. Cumayı cumartesiye bağlayan gece pazar yerine gittim. Türk esnafı bir araya getirdim ve pazar yerine gelen binlerce kişinin bu hafta da geri dönmesi halinde, pazara bundan sonra hiç kimsenin gelmeyeceğini ve sonunda herkesin kaybedeceğini belirttim. Başı çeken Türk itiraz eder gibi oldu ama, esnafın büyük çoğunluğu bana inandı ve boykot sona erdi. Ertesi sabah beni arayan van kampen banka hesabımı istedi. Bana gece çalışması için bir honorerya gönderecekti. Kendisine teşekkür ettim ve havale edeceği parayı ret ettim.”
Sonuç
İlhan Karaçay’ın 2002 yılında Kraliçe Beatrix’e yazdığı, 2017 yılında da şimdiki Başbakan Rutte’ye yazdığı mektuplar da, Türk ve Hollanda toplumunun barış içinde yaşayabilmeleri için, iyi niyetle yazılmış mektuplardı.
Hollanda’daki yaşamı boyunca, toplumsal konularda olduğu gibi, bireysel konularda da pek çok çalışmaları olan Karaçay, yurttaşları için işveren kapılarında, hastane kapılarında, karakol kapılarında ve akla gelemeyecek bir çok kapıda mücadele verdi.
Karaçay’ın bu faaliyetleri tabii ki Hollanda-Türk tarihinde yerini alacaktır.
***
De Turk die Nederland in één adem noemt: İlhan Karaçay
De migratie van de Turken naar Nederland begon in 1962, toen nog onofficieel. Een jaar later, in 1963, vond dat plaats in het kader van de officiële overeenkomsten. Tussen de Turken die zich in Nederland gevestigd hebben, bevinden zich mensen die hier als arbeider zijn gekomen en na succesvolle maatschappelijke activiteiten een voortrekkersrol voor hun landgenoten op zich hebben genomen.
Turksemedia.nl ging op pad en kwam al snel iemand tegen die velen zullen kennen vanwege de activiteiten die hij in Nederland heeft ontplooid: de Turkse journalist İlhan Karaçay. Een bekend gezicht, zowel bij zijn landgenoten in Europa als bij de Turken in Turkije. Bovendien ook bekend bij veel Nederlanders én bij De Telegraaf: “Als de Turken toentertijd onrecht werd aangedaan, stond Karaçay met zijn krant Dünya daartegenover. Het leek of Karaçay een oorlog was begonnen tegen de krant De Telegraaf”, werd 20 jaar geleden, in 1998, gezegd.
De naam İlhan Karaçay wordt in een adem genoemd met Nederland. Hij werkte voor de Turkse krant Hürriyet, maar was ook actief voor de Turkse staatszender TRT en de Nederlandse variant NOS. De lijst wordt aangevuld met de Turkse televisiezenders ATV, NTV, SHOW en STAR. Bij de kranten met Tercüman, Günaydin, Sabah, Radikal, Posta, Fanatik en Dünya.
Vooral als men in Turkije over Nederland praat, dan zullen velen de naam İlhan Karaçay herinneren. Ook zal oud-minister Rita Verdonk een koptekst van Karaçay niet ontgaan kunnen zijn.
Karaçay adviseerde de Nederlandse regering vele keren bij het nemen van beslissingen aangaande de Turken in Nederland. Hij heeft deelgenomen aan werkgroepen voor verschillende ministeries. Hij is niet alleen via de krant en de televisieuitzendigen voor de Turken in dit land opgekomen, maar ook via de verschillende werkgroepen waaraan hij deelnam.
In een exclusieve interview met deze nieuwsdienst vertelt de prominente Turkse journalist over zijn levensverhaal en journalistieke loopbaan, die nogal breed is. “De positie van Turken in Nederland veranderde, van arbeider naar zakenmens.”
Mersin
Karaçay is op 23 december 1942 in Mersin geboren. In zijn jonge jaren was hij voorzitter van de jeugdafdeling van de Sociale Democratische Partij CHP in de provincie Içel. Hij schreef toen ook berichten en commentaren voor het dagblad van deze partij, de ULUS. Ook was hij in zijn jonge jaren manager van het familiebedrijf ‘Pompeipolis’ in de toeristische sector te Mersin wat bestond uit een motel, strandpaviljoen, een restaurant met muziek en een camping.
China
Toen hij 25 jaar was maakte hij kennis met een Griekse kapitein die te gast was in het restaurant waar hij de leiding over had. Het schip van deze kapitein ging naar de stad Chinese stad Shanghai. Op dat moment vond de culturele revolutie van Mao plaats in China. Dit was voor Karaçay een gelegenheid die hij niet aan zijn neus voorbij zou laten gaan.
De kapitein van het schip nam na veel aandringen Karaçay met drie vrienden in dienst. Daarna begon de avontuurlijke reis naar China. Het eerste noemenswaardige avontuur van de reis, die in juni van het jaar 1967 begon, was dat het schip gebombardeerd werd, direct na passage van het Suez-kanaal.
Toen zij op 7 juni 1967 bij Cibuti aankwamen, kwamen zij er achter dat het Suez-kanaal afgesloten was vanwege de oorlog die toen woedde tussen Israël en de Arabische landen.
Na een lange en avontuurlijke reis kwam het schip via Singapore aan in Shanghai. Van daaruit werden de berichten met foto’s naar de Turkse krant Akşam verzonden.
İlhan Karaçay kreeg in Shanghai geelzucht terwijl hij genoot van de kleurrijkste dagen van de Chinese Culturele Revolutie. China was toen een land wat afgesloten was van de rest van de wereld en wat het dichtstbevolkt was. Karaçay wordt opgenomen in het ziekenhuis, maar hij vlucht hier vandaan. Karaçay vertelt over zijn vlucht uit het ziekenhuis:
“De garantieverklaring die ik van de kapitein had gekregen zorgde ervoor dat ik niet door de gendarmes, die kwamen om mij weer naar het ziekenhuis te brengen, meegenomen werd. Want de volgende reis zou van Shanghai naar Vancouver in Canada zijn. Als ik in het ziekenhuis moest blijven, dan deed ik dat liever in een ziekenhuis in de moderne wereld. En bovendien, als de boot weg zou gaan, waar zou ik dan terecht kunnen in deze voor mij onbekende omgeving?”
De reis ging na Shanghai verder naar de stad Vancouver in Canada. Karaçay gaf de voorkeur aan een ziekenhuisopname in de moderne wereld. Dat gebeurde ook. Hij heeft precies twee en een halve maand in het ziekenhuis gelegen. De vrouwelijke arts van het ziekenhuis feliciteerde Karaçay omdat hij zeer snel Engels leerde en haalde de directeur van de bibliotheek over om hem les te geven. In het kort verlaat hij het ziekenhuis als een gezond mens, en conform het Turkse spreekwoord: “Eén taal is één mens” verlaat hij het ziekenhuis als twee mensen.
Nederland
Karaçay ging terug naar Turkije via Londen en tijdens deze reis was hij ook even in Nederland. Het leven in Nederland beviel hem en hij besloot om er te blijven.
Als de vraag luidt: “Hoe ben je daar gebleven, heb je ergens in een fabriek gewerkt?”, antwoordt Karaçay: “Ik ging een overeenkomst aan met Kemal Ozbayraç, de directeur van een nieuwsagentschap, die ik van vroeger kende, om te werken voor de krant Tercüman. Die zou met een Europese editie uitkomen. Mijn leven in Nederland was op dat moment zeer kleurrijk. Ik had zeer veel vriendinnen. Maar op het moment dat ik het gevoel kreeg dat mijn leven een beetje monotoon begon te worden, besloot ik om naar Amerika te gaan. Jeanne, mijn huidige echtgenote, was toen mijn vriendin.”
Hij begon met zijn voorbereidingen om naar Amerika te gaan, maar zijn vriendin Jeanne had hier moeite mee. Maar ja, de beslissing was al genomen… Op het moment dat zij beiden moe op de bank neervielen van de inkopen die zij gedaan hadden ter voorbereiding voor de reis naar Amerika, belde de postbode aan om een telegram te bezorgen, wat er voor zorgde dat Karaçay zijn reis naar Amerika voor altijd kon vergeten en zich ging vestigen in Nederland.
Het telegram kwam van de chef sportredactie van Tercüman, Necmi Tanyolaç. Het volgende stond er in: “İlhan, Fenerbahçe en Ajax spelen tegen elkaar volgens de loting. Volg jij Ajax en stuur de teksten en de foto’s met spoed naar mij toe.”
Karaçay vertelt dit moment als volgt: “Op dat moment stond even alles stil. Het Nederlandse voetbal was toen nog niet in de lift. Welke namen die later zeer veel bekendheid kregen, zaten op dat moment niet in het Ajax wat door Rinus Michels getraind werd? Johan Cruyff was toen bijvoorbeeld nog maar 17 jaar oud. De namen van Keizer, Swart, Krol Hulshoff, Suurbier, Neeskens en Haan waren toen nog niet bekend, maar dit zouden allemaal voetbalsterren worden.” Karaçay wist de hele samenstelling van Ajax op te noemen.
Op 10 november 1968 landde Fenerbahçe op Schiphol. Karaçay was daar samen met zijn Jeanne om ze te ontvangen. Hoewel hij van plan was geweest om Jeanne te verlaten en naar Amerika te gaan, zorgde de wedstrijd Ajax-Fenerbahçe ervoor dat Karaçay en Jeanne elkaar het ja-woord gaven. Hierover zegt Karaçay het volgende: “Ik ben fan van Beşiktaş, maar omdat Fenerbahçe ervoor gezorgd heeft dat ik met Jeanne ben getrouwd en dat ik in Nederland ben gebleven, ben ik ze nog steeds dankbaar.”
Hürriyet, TRT, NOS
Karaçay zette zijn eerste professionele stap in het journalistieke veld toen hij in 1969 als correspondent voor Hürriyet ging werken. Deze krant begon toen pas in Europa. Karaçay maakte deel uit van het team van Hürriyet dat ervoor zorgde dat deze krant in Europa zeer populair werd. De voortrekkers van dit team waren Nezih Demirkent en Garbis Keşişoğlu.
In het jaar 1975 kwam de voorzitter van de nieuwsafdeling van de TRT (Turks Radio Televisie), de heer Tayyar Şafak, in Nederland op bezoek en vroeg Karaçay of hij voor de TRT wilde gaan werken. Karaçay accepteerde dit aanbod in overleg met Nezih Demirkent. In datzelfde jaar kreeg hij ook de leiding over het programma ‘Paspoort voor Turken’ van de NOS.
In het jaar 1980 maakte Karaçay, samen met de bekende regisseur van de IKON Henk Barnhard, de vijf-delige serie “Kinderen van de rekening”. Toen zij voor de opnamen van de eerste twee delen van deze serie in Turkije waren, maakte Karaçay tijdens zijn terugreis naar Nederland op 12 september de staatsgreep mee aan de grens bij Kapıkule. De contacten die Karaçay had met de TRT openden gesloten deuren voor hem.
Ongeluk
Karaçay blikt, nog voordat hij verder gaat over zijn loopbaan als journalist, terug op zijn familie. Hij vertelt over de relatie met de Nederlandse Jeanne, wanneer ze verloofd zijn, wanneer ze getrouwd zijn en over hun kinderen.
Karaçay heeft Jeanne voor het eerst in 1969 meegenomen naar Turkije. Hun verloving op 9 augustus van dat jaar, was het onderwerp van vele kranten. Een jaar later zouden ze trouwen.
Terwijl hij dit vertelt, vindt hij het ook nodig om een zware gebeurtenis uit die periode aan te halen: “Alles was voorbereid, we gingen naar Mersin voor de bruiloft. Het grootste deel van de reis hadden wij al achter ons. Toen we Aksaray naderden, kregen we een zwaar auto-ongeluk, samen met Jeanne. We waren beiden zwaargewond. Ik kan wel zeggen dat we de dood in de ogen hebben gekeken. Op 23 mei 1970 konden we uiteindelijk toch in Mersin gaan trouwen.”
Op 23 januari 1971 kreeg het paar İlhan en Jeanne een tweeling. De jongen kreeg de naam Ruşen. Het meisje Vahide. Helaas heeft Vahide echter maar 5 weken mogen leven, vanwege een gat in haar hart.
Geluk
Op 17 april 1974 kwam de tweede dochter van Karaçay ter wereld. Zij werd uiteraard weer Vahide genoemd.
Van hun eerste kind Ruşen hebben zij een kleindochter genaamd Eva. Van Vahide hebben zij een kleindochter genaamd Esra. Karaçay vertelt als volgt over de mooie tijden die hij met zijn kleindochters doormaakt: “De mooiste momenten van mijn leven zijn de momenten die ik met mijn kleindochters doormaak. Het is voor mij het grootste geluk om ieder moment samen met hen te zijn.”
De journalist Karaçay
Terug naar de carrière van Karaçay. “En wat heeft u nog meer gedaan?”, vraagt deze nieuwsdienst aan hem.
“Ik heb me sinds 1973, naast de journalistiek, ook beziggehouden met de reiswereld. In 1976 heb ik door middel van een besluit van de Ministerraad Algemeen Verkoop een agentschap gekregen voor de regio Utrecht van de THY (Turkish Airlines).”
In het winterseizoen van 1976-1977 heeft Karaçay voor het eerst een tour naar Turkije georganiseerd. Vanwege de vele verzoeken hield hij zich in zijn kantoor ook bezig met verzekeringen en kredieten, laat hij weten. In 1981 heeft Karaçay zeer zware operaties ondergaan. Om deze reden heeft hij zijn reisbureau in Hoog Catharijne in Utrecht verkocht aan Refik Selahiye. Hij heeft daarna het Hürriyet-bureau in Amsterdam geopend en is zich weer gaan concentreren op de journalistiek.
Terug naar Turkije…
Vanwege verschillende redenen wilde Karaçay dat zijn kinderen in Turkije onderwijs volgden. Daarom heeft hij besloten om zich in Turkije te vestigen. Eind 1983 verhuisde hij daadwerkelijk naar Turkije. Yasemin en Ünal Öztürk, die op dat moment werkzaam waren bij Hürriyet, hebben de taak van Karaçay bij deze krant, de nieuwsafdeling in Nederland, overgenomen.
Karaçay was in Mersin begonnen met het runnen van toeristische faciliteiten. Tijdens de lokale verkiezingen in maart 1984 heeft hij zich kandidaat gesteld voor de het burgemeesterschap van de centrale stad van Mersin voor de Partij van het Rechte Pad, ondanks dat hij zelf van CHP was. De partij van Süleyman Demirel, die op dat moment zelf geen politiek mocht bedrijven, was echter erg klein in Mersin. Bovendien was de partij van Turgut Özal, de ANAP, toen erg sterk en deze partij won op veel plaatsen, en dus ook in Mersin de verkiezingen.
Karaçay is toen met Arda Gedik, Algemeen directeur van Hürriyet, overeengekomen dat hij in het district Çukurova een bijlage zou gaan maken voor de krant, vergelijkbaar met de Benelux bijlage van Hürriyet. Helaas kon dit project vanwege verschillende redenen niet doorgaan.
Karaçay heeft tot het jaar 1984 drie Wereldkampioenschappen en drie Europese kampioenschappen gevolgd. In het jaar 1984 heeft hij in Frankrijk de Europese kampioenschappen gevolgd voor de krant Günaydın.
En weer naar Nederland…
Het verblijf van Karaçay in Mersin duurde niet lang. Het sociale leven in Mersin beviel hem niet. Hij was naar Mersin gegaan om uit te rusten, maar omdat hij ook daar de taak van Ombudsman, die hij in Nederland al die jaren vervuld had, moest gaan uitvoeren, besloot hij toch om maar terug te keren naar Nederland. De kinderen van Karaçay hadden inmiddels voldoende Turks geleerd. Begin 1986 kwam hij terug in Nederland. Daar werd hij, naast zijn werk bij Günaydın, hoofdredacteur van de Turks-Nederlandse krant Haber. Karaçay werd aan het eind van datzelfde jaar vertegenwoordiger van de krant Sabah voor de Benelux. Het eerste Europese avontuur van Sabah duurde echter niet lang.
Toen in 1988 de krant Günaydin door Asil Nadir werd gekocht werd Karaçay vertegenwoordiger voor de Benelux van deze krant. Toen de krant later werd overgenomen door Bekir Kutmangil, bleef hij deze taak vervullen.
In zijn journalistieke loopbaan heeft Karaçay in alle branches van deze sector gewerkt. In 1994 werd hij de eigenaar van de Europese uitgave van de krant Günaydın. Karaçay vestigde zich in Frankfurt, de plek waar zich het hart van de Europese Turkse pers bevond.
Verdriet, een bittere viering en het vervolg
“Terwijl we in Mersin bezig waren met de voorbereidingen van de viering van ons 25-jarige huwelijk op 23 mei 1995, werden we geveld door het bericht dat Bekir Kutmangil vermoord was. Het boeket wat hij voor ons had besteld voordat hij vermoord werd, kwam aan in Mersin, terwijl er werd gerouwd over Kutmangil. De viering van ons 25-jarige huwelijk werd op televisie uitgezonden, maar had een bittere smaak. De krant werd na de dood van Bekir Kutmangil overgenomen door Mehmet Saruhan, een bekende naam uit de onderwereld, die ook wel bekend stond als “de man met het gouden wapen” of “de man met de gouden Mercedes”. Daarna was deze arbeidsrelatie verbroken. Nadat de Europese uitgave van Günaydin werd gestopt, ging de krant ook in Turkije niet goed en uiteindelijk is deze krant helemaal verdwenen”, zegt İlhan Karaçay.
İlhan Karaçay heeft toen een reis-, krediet- en verzekeringsbureau geopend voor zijn zoon Ruşen, die later bekend werd als manager van Türkinfo en Conrad. Nu is Ruşen een zakenman die zich bezighoudt met onroerend goed.
Karaçay ging door met zijn journalistieke activiteiten, en stuurde onder de naam
ÇAY-PRESS Ajans berichten aan verschillende kranten en televisiekanalen. Hij schreef berichten voor de Turkse kranten Radikal en Posta en sportcommentaren voor de sportkrant Fanatik.
Van arbeider naar zakenmens
Op 28 maart 1998 begon een nieuw tijdperk in de journalistieke loopbaan van Karaçay. Karaçay verkreeg de publicatierechten voor Europa van de economische en politieke krant Dünya, waarvan Nezih Demirkent de eigenaar was (sinds zijn dood is dat zijn dochter Didem Demirkent). Karaçay begon via deze krant publicaties te maken voor de Turken, die niet langer arbeiders waren, maar die waren uitgegroeid tot zakenmensen. Vanwege deze verandering in de positie van de Turken in Nederland, was er behoefte aan een uitgave die informatie gaf over de handel en de economie. Karaçay zag dit gat in de markt en begon aan een nieuwe uitdaging in zijn journalistieke loopbaan.
Het doel van Dünya in Europa was in eerste instantie het geven van informatie over de handel en de economie, maar omdat de Turken in Nederland als minderheid leven, zou het niet goed zijn om de problemen die hiermee te maken hebben, niet aan bod te laten komen. Om deze reden heeft Karaçay een verandering in de opzet van de krant aangebracht en vanaf dat moment worden er ook sociale en culturele vraagstukken behandeld.
De Telegraaf
Als de Turken onrecht aangedaan wordt, dan stond Dünya hier tegenover, laat Karaçay weten. Het leek of Karaçay een oorlog was begonnen tegen de krant De Telegraaf die altijd negatieve berichten had over de Turken en Turkije. Terwijl de mensen zeiden “Span je niet in, het lukt je niet om de Telegraaf tot rede te brengen”, heeft hij hiermee toch succes geboekt, vindt hij.
“Want deze zelfde krant heeft, terwijl ze bezig waren met het zoeken van contact met mij, een reportage van een hele pagina met de ambassadeur van Turkije in Den Haag gepubliceerd. De Telegraaf heeft toen nog nooit in zijn geschiedenis een hele pagina over een ambassadeur geschreven”, zegt Karaçay.
“Het is een feit en het is algemeen bekend dat De Telegraaf in haar hele geschiedenis nog nooit zoveel aandacht had gegeven aan een ambassadeur. De Telegraaf publiceerde bovendien veel negatieve berichten over Turkije. Met name over het toerisme van Turkije, waarover eerst heel negatief werd geschreven, plaatste de Telegraaf veel lovende berichten. Over het algemeen zou je kunnen zeggen dat de weekkrant Dünya met vier pagina’s berichten in het Nederlands, een grote rol heeft gespeeld voor onze landgenoten in Nederland bij het laten horen van hun stem.”
Gewetenloze Sabuha Rita Verdonk
Het artikel met de kop “Gewetenloze Sabuha”, van de krant Dünya, laat denken aan de jaren 80. De bekende zanger Ibrahim Tatlıses was toen een ster. De stem van de jonge zanger klonk droevig en bitter op iedere hoek van de wijk Pendik in Istanbul. “Gewentelooooooze Sabuhaaaaa!”.
Karaçay had voor deze kop gekozen om de stem van Turken in Nederland te laten horen in een artikel gericht aan voormalig minister van Integratie Rita Verdonk, zegt de Turkse journalist. “Want Verdonk vond dat iedereen tussen 7 en 77 jaar deel moest nemen aan de inburgeringscursussen. Zij had een wetsvoorstel voorbereid waarin ze voorstelde dat iedereen die zich in Nederland wilde vestigen een inburgeringscursus moest gaan doen en wel op eigen kosten. Ze presenteerde haar wetsvoorstel aan de Tweede Kamer.”
Karaçay noemde het geld wat voor de inburgeringscursus betaald moest worden de “bruidsschat” en noemde Verdonk “Gewetenloze Sabuha”.
Wapen: de pen
Karaçay, die met zijn jarenlange ervaring wist dat zijn enige wapen zijn pen was, trok ten strijde tegen het onrecht. Hij zette zich in om eigenaren van Turkse kranten en tijdschriften (de journalisten), die de laatste jaren steeds meer worden, te coachen. “We gaan zien of het lukt om de handen ineen te slaan en daardoor meer invloed uit te oefenen.”
Karaçay wist na jarenlange ervaring dat de journalistiek niet hetzelfde was als het ondernemerschap. Hij vergeleek geen appels met peren. Hij zet zich vol overgave in om de Eenheid van Turkse Journalisten in Nederland op de richten. “De waarheid hoeft geen verklaring!”.
Voetbal
Karaçay is ook sportjounalist. Hij was aanwezig bij de Wereldkampioenschappen in 1974 in Duitsland en is ook in 1978 te Argentinië (in 1980 mini-kampioenschappen in Uruguay), in 1982 te Spanje en in 1994 te Amerika geweest. Ook ging hij als sportjounalist naar de Europese Kampioenschappen in 1972, 1976, 1980, 1984, 1988, 1992 en 2000. Uiteraard heeft hij veel wedstrijden gevolgd waar het Nederlandse of het Turkse elftal in speelde voor Europese bekers.
Documentaires TRT
İlhan Karaçay is de afgelopen jaren vaak op het Turkse televisiekanaal TRT te zien geweest. De in het centrum van İzmir gestationeerde TRT BELGESEL (TRT DOCUMANTAIRES) heeft Karaçay aangeboden om in het buitenland documentaires te maken. Zonder aarzeling heeft hij dit aanbod geaccepteerd.
Het eerste project was een 5-delige serie genaamd ‘Uzaktaki Dostlar’ (Verre Vrienden).
De serie gaat over de plaatsen Turkije, een Nederlands dorp, Faymonville, een Belgische plaats waar elke jaar een Turks Festival wordt georganiseerd, Moena, een Italiaanse stad waar jaarlijks de Janitsaar (Turkse infanterie-Yeniçeri) wordt herdacht middels een Turks festival en de plaatsen Osmanville en Turqueville in Frankrijk.
Allereerst werd de serie alleen op het documentairekanaal van de TRT vertoond. Later is de serie op alle TRT kanalen vertoond en wordt nog herhaald.
Het tweede project voor TRT BELGESEL was een serie genaamd İZLER (SPOREN) wat refereert naar de sporen van de Ottomanen. Om de interessante onderwerpen van deze serie te belichten zijn de landen Hongarije, Oostenrijk, Duitsland, Nederland, Frankrijk, Italië, Finland, Rusland, Oost-Turkestan en Afghanistan bezocht.
Italië, waar de Etrusken, de voorvaderen van de Romeinse beschaving, welke de Egeïsche regio van Anatolië bereikte, kreeg ook aandacht.
In Hongarije zijn opnames gemaakt over de avonturen van Atilla de Hun en het bewind van de Ottomanen. Ook wordt aandacht gegeven aan het, van Turkse origine, Turan Festival welke in 28 landen wordt gevierd.
In Nederland zijn opnames gemaakt over de geschiedenis van de tulp die uit Turkije naar Nederland kwam. Verteld is het verhaal over de eerste persoon, Busbecq, die de tulpenbol naar Nederland bracht. Tijdens de opnames heeft het TRT-team het ‘verloren’ graf van Busbecq ontdekt in een kerk in een Frans dorpje, welke tevens zijn naam draagt, laat Karaçay weten.
Ook is er aandacht besteed aan de Ottomaanse schilderijen welke in het Rijksmuseum hangen.
In Frankrijk is het kasteel waar Cem Sultan, de zoon van Fatih Sultan Mehmet, die daar in ballingschap leefde, gevonden. Ook is zijn verhaal verteld. In Frankrijk is ook het oord van Attila de Hun gevonden.
In Wenen zijn verschillende musea bezocht en de sporen van de Ottomanen ontdekt.
Hetzelfde geldt ook voor Duistland waar in het bijzonder de omgeving van Berlijn Ottomaanse sporen zijn getoond.
İlhan abi
Veel Turkse media-mensen die in Nederland komen, komen bij İlhan Karaçay langs. Zijn Turkse collega’s bedanken Karaçay vanwege zijn behulpzaamheid en gastvrijheid.
Karaçay is tevens een ‘abi’ (grote broer) voor zijn collega’s in Nederland, is veelvuldig te horen onder Turkse journalisten in Nederland.
[TÜHA Haber Ajansı, 07 Aralık 2020]