Suriye, 2024 yılı sonuna doğru Beşar Esed rejiminin devrilmesiyle birlikte yeni bir siyasi atmosfere girdi. Neredeyse hiç kimse tarafından beklenmeyen bu yeni süreç, ülkede uzun süre boyunca hâkim olan siyasi, toplumsal ve iktisadi dengeleri köklü biçimde değiştirdi.
Ahmed Şara liderliğindeki geçiş hükümeti, iç savaşın yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmaya ve ülkenin yeniden inşasına yoğunlaşıyor. Geçiş hükümeti, ülkenin uluslararası meşruiyetini tesis etme, iç barışı sağlama, ekonomik kalkınmayı yeniden başlatma ve ülkeyi yaptırımlardan kurtarma gibi birçok derin ve çözümü zaman alacak sorunla yüzleşiyor. Aynı zamanda bölgesel ve uluslararası aktörlerle Suriye’nin ilişkilerini yeniden tanımlıyor.
Gerek diplomasi gerekse güvenlik alanlarında kısa sürede önemli adımlar atan yeni hükümet, Suriye’nin geleceğini belirleyecek temel konularda kritik kararlar aldı. Bu kararlar arasında, İran ve İsrail vatandaşlarının ülkeye alınmaması gibi sembolik değeri yüksek politikalar da bulunuyor. Söz konusu politika, bir yandan Körfez ülkelerinin “İran etkisinin dışlanması” yönündeki beklentilerini karşılayarak bölgesel desteği pekiştirirken, diğer yandan İsrail’le ilişkilerin hassas konumunu yansıtıyor.
Körfez ülkeleriyle kurulan yakın temaslar, İran etkisini dengeleme stratejisinin bir parçası olarak dikkat çekiyor. Batı’yla ilişkileri iyileştirme ve yaptırımları hafifletme çabaları da yeni yönetimin çok boyutlu dış politika arayışının diğer bir ayağını oluşturuyor.
Bu anlamda Suriye’deki yeni hükümetin Dış İşleri Bakanı Esad Hasan Şeybani ilk yurt dışı ziyaretlerini Körfez ülkelerine gerçekleştirdi. 1 Ocak 2025 tarihinde Suudi Arabistan, 5 Ocak’ta Katar, 6 Ocak’ta Birleşik Arap Emirlikleri’ne diplomatik ziyaretlerde bulundu.
Körfez ile ilişkiler ve İran faktörü
Suriye’deki yeni yönetimin Körfez’le kurduğu ilişkiler, büyük ölçüde İran’ın bölgesel nüfuzunu dengeleme arayışıyla ilintili.
Esed rejimi, on yıllar boyunca Tahran yönetimiyle yakın stratejik bağlar kurarak kendi iktidarını tahkim etme yolunu tercih etmişti. Bu yakınlaşma, Körfez devletlerinin Esed yönetimine karşı mesafeli konumlanmasına yol açmıştı. Özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi ülkeler, İran’ın “yayılmacı” politikalarının bölgedeki istikrarı tehdit ettiğini düşünüyordu. Dahası BAE ve Suudi Arabistan’ın 2018’de başlayan rejimle normalleşme süreçlerinin bir boyutu da Suriye’yi İran’dan olabildiği kadar koparmak, rejimle normalleşerek İran’ı bir anlamda dengelemek üzerine inşa edilmişti. Dolayısıyla Esed sonrası Suriye, İran’dan uzaklaşan bir yönelim sergilediği ölçüde Körfez’den destek alabilir.
Ahmed Şara yönetiminin, İran ve İsrail vatandaşlarına ülkeye giriş yasağı getirmesi, bir bakıma Körfez kamuoyuna yeni Suriye’nin İran ekseninden sıyrıldığı mesajını taşıyor. Körfez ülkelerinin bakış açısına göre bu karar, İran’ın geçmişte Suriye’de izlediği askerî, ekonomik ve nüfuz odaklı politikalara karşı atılan somut bir adım. Nitekim Suudi Arabistan, BAE ve Katar gibi ülkeler, uzun süredir Suriye’nin yeniden yapılanmasında İran’ın kontrolünün zayıflatılmasını istiyordu. Gelinen noktada Ahmed Şara liderliğindeki Şam yönetimi, İran bağlantılı milis grupların önemli ölçüde etkisiz hale getirilmesini ve Tahran’la yapılan stratejik anlaşmaların gözden geçirilmesini gündeme getirerek Körfez devletlerine güven vermeye çalışıyor.
Körfez ülkeleri, Suriye’de İran aleyhine değişen dengelerin kendi ulusal güvenlik ihtiyaçlarına uygun olduğunu düşünüyor. Özellikle Suudi Arabistan, bölgede İran etkisini sınırlamayı öncelikli stratejik hedeflerinden biri olarak görüyor. BAE ise Esed döneminde yaşadığı “normalleşme” girişimlerine rağmen, İslami hareketlere duyduğu kuşkuyu hep korudu; fakat İran’ın silahlı ağlarıyla kıyaslandığında Suriye’deki yeni yönetimi daha tercih edilebilir bir alternatif olarak değerlendiriyor.
Dolayısıyla, Ahmed Şara liderliğindeki yeni hükümetin “İran’dan uzak” tavrı, Körfez’in desteğini almanın yanı sıra, uzun vadede yeni yönetimin bölgesel kabulünü de pekiştirebilecek bir unsur olarak görülebilir.
Batı ile ilişkilerde Körfez arabulucu olur mu?
Suriye’deki iç savaş, ABD ve Avrupa Birliği (AB) gibi Batılı aktörlerin yoğun yaptırımları altında ilerledi. Beşar Esed rejiminin kimyasal silah kullanımı da dahil olmak üzere işlediği insan hakları ihlalleri, bu yaptırımların kapsam ve derinliğini artırdı.
Bu nedenle yeni yönetimin öncelikli hedeflerinden biri, ABD başta olmak üzere Batılı başkentlerle ilişkileri yeniden düzenlemek ve mevcut yaptırımların hafifletilmesini sağlamak. Bu noktada, Körfez ülkelerinin oynayabileceği arabulucu rol özel bir önem taşıyor. Zira Suudi Arabistan ve BAE gibi petrol zengini monarşiler, Washington yönetimiyle stratejik nitelikli bağlara sahip.
Ahmed Şara liderliğindeki geçiş hükümeti, Körfez üzerinden Batı’yla iletişim kanalları açmayı ve ekonomik yaptırımların kaldırılmasına yönelik lobi faaliyetlerini hızlandırmayı planlıyor. Bu da yeni Suriye Dışişleri Bakanı Esad el-Şeybani’nin ilk resmî ziyaretlerini Suudi Arabistan, Katar ve BAE’ye gerçekleştirmesinin başka bir nedeni. Körfez monarşilerinin Batı finans çevreleriyle ve uluslararası kurumlarla güçlü bağları, Suriye ekonomisinin yeniden canlandırılmasında kritik bir unsur olabilir.
Öte yandan, ABD’de yeniden başkan seçilen Donald Trump yönetiminin Ortadoğu politikası konusunda öngörülemezliği sürmekle birlikte, Körfez lobi faaliyetlerinin Suriye’ye yönelik yaptırımları gevşetme ihtimalini doğurduğu söylenebilir.
Burada önemli bir diğer unsur, Avrupa Birliği’nin tutumu. AB üyesi ülkeler de Körfez ile yoğun ticari ve diplomatik bağlar geliştirip, göç ve enerji politikaları gibi konularda işbirliği arayışlarını sürdürüyor. Dolayısıyla, Körfez-Suriye yakınlaşmasının AB nezdinde pozitif karşılanması mümkün görünüyor.
Yeni yönetimin, insan haklarına ve demokratikleşme adımlarına gösterdiği özen, AB üyelerinin “yapıcı eleştiri” kanallarıyla Suriye’ye dönük kısıtlamaları azaltma ihtimalini de güçlendirebilir. Kuşkusuz, İç savaş boyunca Şara’nın liderliğini yaptığı Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) geçmişteki kimliği ve “terör listesi”nde yer alması, bu sürecin hızlı ve sorunsuz ilerlemesinin önünde bir engel olarak duruyor. Fakat Körfez’in arabuluculuğuyla Batı’ya verilecek “ideolojik dönüşüm” ve “pragmatik işbirliği” mesajları, yeni yönetimin meşruiyet arayışını kolaylaştırabilir.