Türk Dünyasının Mavi Vatandaki Temsilcisi: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
TÜHA / TÜRKUAZ İnternational News Agency
Akademisyen-Yazar-Tarihçi- Güvenlik Stratejisti-Göç ve Kamu Politikaları Uzmanı ve Avrasya ve Türk Dünyası Araştırmaları Analisti Doç. Dr. Yunus Emre TANSÜ, Uluslararası Diplomatik İlişkiler, Akademik Araştırmalar ve Eğitim Derneği için kaleme aldığı, “Türk Dünyasının Mavi Vatandaki Temsilcisi: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” başlıklı yazısında, Türk Cumhuriyeti’nin Türk dünyasındaki yeri ve öneminin her geçen gün giderek arttığına dikkat çekti.
Doç. Dr. Yunus Emre TANSÜ Türk Dünyası’nın en güneydeki bağımsız Türk Cumhuriyeti olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nin Türk Dünyası tarafından tanınmasının geç kalmışlığının dayanılmaz ağırlığının, özellikle siyasi ve güvenlik kaygıları çerçevesinde tartışıldığının altını çizdi.
“Zira bugün dünyada 7 Türk Devleti, 13 Özerk Türk Cumhuriyeti, 50 civarında Türk topluluğu bulunmaktadır ve bunların toplam nüfusu 300 milyondan biraz fazladır” diyen TANSÜ “Türkçe, dünyada konuşulan en büyük 5. dildir ve Orta Asya, Kafkaslar, Anadolu ve Trakya’nın ötesine uzanan Orta ve Batı Avrupa’daki Türkler tarafından ana dil olarak konuşulmaktadır. Bu büyük gücün küresel bir aktör olarak öncü roller üstlenmesi ve buna paralel olarak hem devletler hem de sivil toplum örgütleri arasında önemli ve etkili stratejik projeler yürütülmesi gerekmektedir” dedi.
KKTC’nin Stratejik Önemi
Doç. Dr. Yunus Emre TANSÜ, Akdeniz’in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs’ın, eşsiz bir stratejik, coğrafi konuma ve öneme sahip olduğunu belirterek, Türkiye’ye sadece 70 kilometre uzaklıkta olan adanın, Türkiye’nin güvenliği, kıta sahanlığı, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), hava sahası kontrolü, açık denizlere erişim ve stratejik savunma derinliği açısından büyük öneme sahip olduğunu aktardı.
TANSÜ, “Başka bir deyişle, Kıbrıs Türkiye ve Türk dünyası için basit bir kara parçası değildir. En basit tabirle, KKTC’nin varlığı Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yasal ve siyasi haklarını savunması için elzemdir. KKTC’nin güvenliği Türkiye ile başlar ve Türkiye’nin güvenliği Kıbrıs ile başlar.
Bu noktada, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın 2020 seçimlerini kazanarak ortaya koyduğu yeni politika, bu jeopolitik ve tarihi gerçeklere ve çağrılara çok doğru bir zamanlamayla verilen bir yanıttır. Yeni süreç, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü çerçevesinde iki bağımsız devlet arasında iyi komşuluk ilişkilerine dayanan bir iş birliği şeklinde olacaktır. Yani Kıbrıs’ta adil, kalıcı ve sürdürülebilir bir çözüm, uluslararası toplumun uzun yıllardır Kıbrıs Rum liderliğine verdiği, yetkisini, egemenliğini ve gücünü aşan sanal statüyle değil, adadaki mevcut gerçeklerle sağlanabilir” ifadesini kullandı.
2004 yılında İslam İş Birliği Teşkilatı’na (İİT), 2012 yılında ise Ekonomik İş Birliği Teşkilatı’na (EİT) gözlemci üye olan KKTC’nin, 2022 yılında anayasal ismiyle Türk Devletleri Teşkilatı’na (TDT) gözlemci üye olmayı başardığına vurgu yapan Doç. Dr. Yunus Emre TANSÜ, “21. yüzyılı Türk yüzyılı yapma ve tüm siyasi dengeleri derinden etkileme potansiyeline sahip olan TDT, KKTC’nin katılımıyla daha da güçlenmiş, KKTC’nin ata yurdu Orta Asya’dan Doğu Akdeniz’e kadar kurulacak köprünün temelleri atılmıştır. Tüm bu tarihi diplomatik başarılar, kendisini hala adanın tek hâkimi olarak gören Rum tarafına ve haksız ve hukuksuz üyeliklerinin ardından şantaj ve tehditlerle Kıbrıslı Türklerin uluslararası platformlarda seslerini duyurmalarını engelleme çabalarında araç ve enstrüman olan Avrupa Birliği’ne (AB) karşı elde edilmiştir” dedi.
KKTC’nin Bağımsızlığına Giden Süreç
KKTC’nin bağımsızlığına giden süreci de değerlendiren TANSÜ, şunları söyledi:
“Türkiye’nin Kıbrıs’a operasyon başlatmasının üzerinden 50 yıl geçti. Operasyondan sonra kuzey ve güney olarak ikiye ayrılan adadaki sorun, Akdeniz’in ortasında dondurulmuş bir sorun olarak kalmaya devam ediyor. Tarihteki birçok jeopolitik sorun gibi, bu sorunun da karmaşık bir geçmişi var. 307 yedi yıllık Osmanlı hakimiyetinin ardından ada, 1878’de İngiliz koruması altına girdi. O dönemde adada Türkler ve Rumlar dağınık bir şekilde yaşıyordu.
1950’lerde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması için örgütlenen EOKA gerilla hareketi güçleniyordu. Şiddet artmıştı. Türk tarafı da ‘‘Ya bölünme ya ölüm’’ sloganıyla adanın bir kısmının Türkiye’ye ilhak edilmesini talep ediyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti, adadaki iki halkın eşitliği temelinde, 1960 yılında İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlüğünde kurulmuştur. Ancak adada ki Rumlar bu sonuçtan rahatsız oldular. Türklerin eşit haklara sahip olmasına karşıydılar. 1963’te Türklere verilen haklar Cumhurbaşkanı Makarios tarafından kaldırıldı ve Yunanistan ile birleşme konuşmaları Rum tarafında tekrar yükselmeye başladı. Bu dönemde adada yaşayan Türklere karşı şiddet zirveye ulaştı.
15 Temmuz 1974’te adada bir darbe gerçekleşti. Darbe, Yunan askeri cuntası tarafından desteklenen ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek isteyen EOKA lideri Nikos Sampson tarafından gerçekleştirildi. Bu olay adanın kaderini belki de geri döndürülemez bir şekilde değiştirdi. Beş gün sonra Türkiye, adadaki Türklerin güvenliğini gerekçe göstererek askeri bir operasyon başlattı ve operasyonun sonunda adanın yüzde 37’si Türk kontrolüne geçti. Daha sonra Türk kontrolündeki kısım 1983’te bağımsızlığını ilan etti. Ancak hiçbir ülke bu devleti tanımadı ve ‘‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’’ ilan edildi.” (devam edecek-Batı’nın Kıbrıs’da Rolü)